'Sen yanlızlığı bilmezsin ki' dedi o gün bana. 'Sen yanlızlığı bilmezsin ki.' Oysa en iyi ben bilirdim yanlızlığı. Yine de sustum. Ben yanlızlığı icat eden adamım, diyemedim. Yüksek lisansını, masterını, doktorasını yapmışım yanlızlığın, diyemedim. Dünyadaki tüm yanlızlar, mutsuzlar ve kederliler bana telif hakkı ödüyor, diyemedim.
Beni sürekli kırdı. Beni her fırsatta yaktı. Belki istediği bu değildi, fakat bu yaptığı gerçeğini hiç bir zaman değiştirmedi. Artık kırılacak bir kalbim, yanacak bir canım kalmadığında ve yaptıkları cinayete teşebbüs adı altında yasadışı hale geldiğinde bile ben sesimi çıkarmadım.
Çünkü ona ihtiyacım vardı.
Böyle söylediğinizde acınası duruyor ama tam olarak böyle. Yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Elinin elimde olmasına ihtiyacım vardı. Sıcak nefesini tenimde hissetmeye, tenine karışan şampuan ve sigara kokusunu içime çekmeye ihtiyacım vardı. Ne yapabilirdim ki? Çok güzel kokuyordu. Öyle kolayca vazgeçemeyeceğim kadar güzeldi kokusu. Öyle güzel kokuyordu ki, çiçek olsam utancımdan solardım herhalde. Size onu daha nasıl anlatayım ki?
İşte bu yüzden sabrettim. Ruhumu bir aynaya yumruk atmışcasına paramparça ettiğinde bile ben sabrettim. Ona asla katlanmadım. Çünkü katlanmak zorunluluktu ve ben kendi isteğimle sabrettim ona. Beni her kırdığında, kalbimi ateşe attığında ben sabrettim. Ben asla ateşle oynayamazdım çünkü. Gerçek ateş oydu zaten, ben onunla oynayamayacak kadar mecburdum ona.
"Hadi Lee Taeyong, kapatıyorum kalk artık. Hop Taeyong? Gitmen lazım." Yüzümü elimde çevirdiğim boş bardaktan kaldırmadan yanıtladım, onu duyduğumu anlaması için.
"Öyle değil Chittaphon'um. Aslında benim ölmem lazım."
Fazla bir şey istemedim aslında. Hiç bir zaman ne hayattan ne de hayatımdan fazla bir şey istemedim. Şu an bile istemiyordum. Bir bar taburesi üzerinde oturmuş dayanıksız olduğum ikinci şey olan -birincisi daima Chittaphon oldu, ona asla karşı koyamadım ve o da bunu hep kullandı- alkol boğazımdan aşağıya akarken gayri safi milli sevgiden payıma düşenin verilmesini bekliyordum. Benim hakkımı neden vermiyorlardı ki? Anayasayı ihlal ediyorlardı işte. Demiyor mu anayasamızda 'Lee Taeyong'ları sevelim ama koparmayalım' diye? Demiyor mu ya sahiden? Diyordur illaki bir yerlerinde. Ama Chittaphon beni koparıyordu işte. Beni kendinden koparıyordu, hayatımdan koparıyordu.
"Lee Taeyong sus ve git. Konuştukça batıyorsun."
"Ben konuştukça değil yaşadıkça batıyorum."
"Bat Lee Taeyong, daha çok bat. Beter ol Lee Taeyong."
97. Bu gün onun benden ayrılmasının 97. günüydü. O benden ayrılmıştı fakat ben ondan asla ayrılamamıştım. Tam 97 gün Chittaphon'dan kopmamaya çalışarak yaşamıştım. Dürüst olmak gerekirse daha kötüsünü hayal edemez hale gelmiştim ve inanın cehennem bile bana Miami tatili gibi görünmeye başlamıştı.
"Kimi sevsem alehime delil oldu Chittaphon'um. Bende ki bu hayat değil 400 metre engelli koşu herhalde." Umursamayacağını bile bile arkasından seslenmeye devam ettim. Kabul ediyorum dünyanın en zavallı insanı falandım. En zavallısı ben olmasam bile en azından ilk üçe girerdim. Aslında boktan geçen çocukluğum bu hale getirmişti. Ne yazık ki diğer insanlar gibi hatırlanası anılarla dolu bir çocukluk geçirmemiştim. Onun yerine çocukluğum bana geçirmişti. Çocukluğumda bir kez hevesim kırılmıştı. Sonra bir türlü düzelmedi işte. Hevesim yanlış kaynadı herhalde ki hep yanlış şeylere heves ettim. Chittaphon'a heves ettim. Yanlış bir heves olduğunu ve beni çırpındıkça batacağım bu bataklığa çekeceğini bile bile heves ettim ona. Chittaphon'a heves ettim ve bu andan itibaren başarısızlıklarla dolu bir hayatım oldu ve ben başarısızlıklar konusunda çizgimi hiç bozmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dance ♡ TaeTen
Fanfiction"Bizim dans etmek için müziğe ihtiyacımız yok Chittaphon," dedim elini tutup yukarı kaldırdığımda ellerimizin altında döndü. Belini kavrayıp bedenlerimizi bir bütün haline getirdiğimde devam ettim. "Duyuyor musun? Senin için çarpan kalbim ikimize mü...