Yağmur sesi huzur vericiydi. Herkesin 'kötü hava' diyerek gösterdiği yağmur damlaları benim için başlı başına bir huzurdu. En kötü günümde yağması ters gibi görünse de güzel birşeydi aslında. Araba yavaşlamaya başladığında kafamı yasladığım buğulu camdan kaldırdım. Berbat göründüğümü biliyordum ama umurumda değildi. Bacaklarım beni arabada kalmaya zorluyordu ama inmem gerekiyordu. Zorla da olsa onları yere atabildim. İlk adımımda o o kolumdaydı. Ona tutundum. Beraber yürümeye başladık. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Solgunca tek bir yöne bakıyordu. Önümüzdeki yola. Benim ise göz altlarım ve yanaklarım yeni yeni kuruyordu. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Jimin'in beni tuttuğunu bildiğimden gözlerimi kapatarak yürümeye devam ettim. Düz kumluk alana geldiğimizde gözlerimi açtım ve onu etrafı tahtalarla örtülü yere koymalarını izledim. Son işlemler halledildikten sonra yıllarımı geçirdiğim insanın yanışını izledim. Yok oluşunu. Capcanlı, güler yüzlü ablamın simsiyah küllere dönüşmesini izledim. Daha yeni kuruyan göz altlarım tekrar ıslanmaya başladı. Etraf fazla kalabalık değildi. Ablamın arkadaşları, annem, ve biz vardık. Ne kızları, ne de babamı görebilmiştim. İlk defa en zor günümde yanımda değillerdi dostlarım. Bu beni derinden yaralıyordu. Zaten yaralıyken. Duman kokusu etrafı sardığında arkama döndüm. Boğuluyordum ama duman yüzünden değildi. Çaresizliktendi. Bitmişliktendi. Jimin hızlıca tuttu beni. Aniden yere kustum. Tam olarak 24 saattir ağzıma tek lokma sokmamıştım ve bu beni zayıf düşürmüştü. Jimin saçlarımı elleriyle geriye çekti. Peçeteyi uzatan annemdi. O da mahvolmuştu, görebiliyordum. Peçeteyi elinden alıp ağzımı sildim. Bana baktı. Omzuma dokundu ve "Alışacaksın. Sadece biraz zaman geçmesi gerek. " dedi. O benden daha sakindi. Herşeyi içinde saklıyor gibiydi. Hiçbir şey demedim. Söyleyecek birşeyim yoktu. Dediği gibi olsa da şuan düşünecek gücü dahi bulamıyordum. Bunu söyledikten sonra uzaklaştı ve gözden kayboldu. Fotoğrafının yanına gidip, öptüm. Sonra Jimin'in beni buradan götürmesine izin verdim.
Eve girdiğimizde Jimin "İyi misin?" diye bir soru yöneltti. Buna cevap vermek yerine "Biraz yanlız kalsam olur mu?" dedim. Kafasını olumlu yönde salladığında odama gittim. Yatağa yavaşça oturdum. Keşke hafızamı kaybetsem de bunların hepsini unutsam diye düşündüm. Bunu bu aralar sıkça düşünüyordum. O zaman bu derin acıyı hissetmezdim. Bazen de keşke doğmasaydım diye düşünüyordum. İntihar etmeyi bile aklımdan geçirmiştim. Ablam gibi yapmayacaktım. Güçlü kalacaktım. Kısa bir sürede bir sürü şey yaşamıştım ve bunlar beni derinden sarsmıştı. Hayatımda hiçbir zaman 'Asla iyi olamayacağım.' diye düşünmemiştim. Şuanda da düşünmeyecektim. Çünkü elbet bir gün iyi olacaktım. Bu acı asla dinmeyecekti, yok olmayacaktı. Her zaman kalbimin bir yerlerine dikenler batırarak beni rahatsız edecekti, mahvedecekti ama alışacaktım. Yavaş yavaş onun suratını ve sesini unutacaktım. Geriye kalan tek şey anılar olacaktı. Onsuz bir dünyada mutlu olmak beni rahatsız edecekti, evet ama olacaktım. Sadece bu zor zamanları bir şekilde atlatmam gerekiyordu. Kendim, kendimin en büyük destekçisi olmalıydım. Ancak böyle başarabilirdim. Yatağa uzandım ve gözlerimi kapatıp dinlenmeme izin verdim.
- - -
Tamı tamına iki hafta olmuştu o gideli. Acım hala taze olsa da alışabiliyordum. Acıma artık yeni bir duygu katılmıştı. Öfke. Babamdan nefret ediyordum. Ablam yerine onun gitmesi gerekiyordu asıl. Ona ve bana çektirdikleri artık son bulmuştu. Son noktaya gelmişti artık. Daha fazla çektiremezdi. Artık bize birşey yapamayacaktı. Anneme acıyordum. Ona karşı ne kadar kızgın olsam da onu da kurtarmak istiyordum. Jimin'e sardığım kollarımı onu uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça çözdüm ve aşağı indim. Odama girip üzerimi değiştirdikten sonra evden çıktım. Jimin'e de kısa bir mesaj yazdım.
Evin kapısına geldiğimde derin bir nefes aldım. Buraya gelmek benim için o kadar zordu ki. Bu eve bir daha girebileceğimi sanmıyordum. Kapıyı tıkladım. Kapı açıldığında bitkin bir beden beni karşıladı. Beni gördüğünde hafif gülümsedi. Ona sarıldım. Ayrıldığımızda "Anne seninle konuşmak istiyorum, ama burada değil." dedim. Yavaşça kafasını sallamaktan başka hiçbir şey yapmadı. Beraber sahile indik ve bir banka oturduk. Kısa bir süre geçen sessizlikten sonra "Onunla yaşamanı istemiyorum." dedim. Bana baktı ve "Kiminle yaşacağım?" dedi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Anneannemin yanında yaşamanı istiyorum. O adamla aynı evde olmanı istemiyorum." dedim. "Başka şansım yok. Bu benim kaderim." dediğinde vücudumu ona doğru döndürdüm ve "Hayır, senin kaderin bu değil. Onunla yaşamak istemiyorsun ve zorunda değilsin." dedim. "Bak kızım, benim hayatım bu. Bu hayatı yaşamak zorundayım. O benim kocam. Onu bırakamam. Onunla beraber olacağıma söz verdim ben. Sonsuza dek, hastalıkta sağlıkta. Sözümü tutmaya mecburum. Bu sözü ancak verdiğinde anlayabilirsin. Beni merak etme ve hayatını yaşa onunla." dediğinde göz yaşımın yanağımdan süzüldüğünü hissettim. "Sana birşey yapmasından korkuyorum." dediğimde bana sarıldı. "Öyle birşey olmayacak. O da ablan için üzülüyor. Emin ol ve beni merak etme." dedi. "Seni seviyorum anne." dedim. "Ben de seni seviyorum." dedi. Ayağa kalktık ve tekrardan sarıldık. "Seni ziyarete geleceğim." dedim. Kafasını salladı ve birbirimizden uzaklaşmaya başladık. Aniden "Seulgi!" dedi. Olduğum yerde durup kafamı anneme çevirdim. "Birbirinizin değerini bilin!" dedi. Gülümsedim ve kafa salladım. Ardından oradan uzaklaştım. Umarım seçtiği bu hayatta mutlu olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUN AND MOON | ksg - pjm
FanfictionYavaşça yatağından doğruldu. Bir insan daha ne kadar berbat hissedebilir acaba diye düşündü. Herkese göre değişirdi tabi. Herkesin hayatında kötü şeyler olurdu illaki ve belki de bir çok kişi böyle düşünürdü. Daha güneş doğmamıştı. Güneşin doğmasına...