Hazar
Gözlerimi usulca açıyorum. Her yeri bulanık görüyorum. Gözlerim henüz kısık olduğundan kirpiklerim görüş alanımı kısıtlıyor. Yeni uyandığımda, suratımda hissettiğim ağırlıktan nefret ediyorum. Gözlerimi iyice açtıktan sonra, ellerimi yüzümde gezdiriyorum. Suratım yağlanmış ve bunu hissetmek hakikaten sinir bozucu. Parmaklarımı göz pınarlarıma götürüyorum, çapak var mı diye kontrol ediyorum ki tabiki var. Yüzümü yıkamaya gidiyorum. Saat 06:31.
Annem ve babam halen uyuyorlar. Telefonu açıyorum, "1 yeni mesaj". Tuvaletteyim ve aynaya bakıyorum, kendimi inceliyorum. Başkalarının hiçbir şekilde dış görünüşümü yada stilimi eleştirmesine müsade etmesem de, ayna karşısında kendime ruhen eziyet etmek nedense hoşuma gidiyor. Kendimi ilk kez görmüş gibi davranıyorum, fiziksel özelliklerimi birer birer sayıyorum.
Hmm. Buğday bir tenin var. Koyu kahverengi saçların, koyu kahverengi gözlerin var. Koyu gözlerin, neredeyse siyahtan farksız. Minikler ve hafif çekikler. Kısa ve küçük bir burnun, ortalamaya göre kalın dudakların var. Kaşların ve saçların çok gür, kaşlarının belirgin bir kavisi var.
Güzel miyim acaba? Ya da diğer insanlar güzel olduğumu düşünüyorlar mı? Kendimi gayet güzel bulduktan 1 saat sonra, kaderime sövebiliyorum da. Buna ben karar veremem.
Birden aklıma mesaja bakmadığım geliveriyor ve açıyorum. Dilara, dün gece -ben uyuyorken- bugün için bir şeyler yapmak istemiş. Teklifini kabul ediyorum.
Cevap vermesi uzun sürmüyor.
"Uyandım. Müsaitsen hemen şimdi bizim evde buluşabiliriz. Sonrasında bakarız. :)"
Cevap vermiyorum. Direk gitmeyi tercih ediyorum. Hemen dolaptan spor kıyafetler seçiyorum. Hava sıcak görünüyor, bir şort ve bir tişört iyi. Giyindikten sonra her gün mutlaka taktığım ametist taşlı kolyemi takıyorum. Burcumun kolyesi. Aslan. Ailem uyumaya devam ettiğinden yedek anahtarı kendime alıp, asıl anahtarı komidinin üstüne bırakıyorum.
Kapıdan çıktığım andan itibaren sahile doğru koşmaya başlıyorum. Etraf çok sessiz, günün bu saatine bu yüzden aşığım. Sahile neredeyse vardım. Fakat koşmaya devam ederken, denizin kenarındaki bankta siyah, kıvırcık saçlı bir insan silüeti görüyorum. Bank denize bakıyor, bense arkasındayım. Bu saçlar bana anında Tan'ı anımsatıyor. Onu hatırlıyor ve istemsizce oy diye iç geçiriyorum.
Biraz daha yaklaşıyorum. Bahsettiğim kişi, muhtemelen ayak seslerimi duyuyor ve bunun üzerine tam bakmasa da kafasını hafif yana çeviriyor, bembeyaz teninden onun kim olduğunu kestiriyorum. Olduğum yerde duruyorum. Bu Tan'ı anımsatan biri değil, zaten Tan. Kafasını bu tarafa çevirir çevirmez tekrar arkasına döndüğüne göre o da beni görmüş ve utanmış olmalı. Selam vermemem tuhaf olur. Görmemişse bile bunu riske edemem. Kollarımı göğsümde kavuşturuyorum, bir ayağıma hafifçe yükleniyorum, gülümseyerek:
"Selam." diyorum
Arkasını dönüyor, kulaklığın birini çıkarıyor. Kafasını kaşıyor.
"Selam" diyor, hafif bir tebessümle.
Kulaklığının tekini çıkarması kafamda soru işareti bırakıyor. Konuşmaya hevesli olsaydı ikisini de çıkarırdı, belki? Ondan hoşlanıyorum, bu yüzden her hareketini detayla inceliyorum. Büyük ihtimalle o da benden hoşlanıyor. Banka biraz daha yaklaşıyorum. Arkasındayım, elimi omzuna koyuyorum.
"Ne dinliyon?" Her nedense kelimeleri seçmedim, ağzımdan çıkıverdi.
"Skillet - Rise" diyor gözlerini kaçırarak. O güzel ela gözlerini bana tehdit edercesine dikmesini isterdim halbuki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yükselen Akşam Yıldızı
Novela Juvenilİki insan düşün. Birbirine kelimenin tam anlaymıla zıt iki insan. İkisi de henüz hayatlarının buluğ çağında olduklarından, negatif düşünmeye oldukça meyilliler. Bu hikayede olağandışı bir şey yok. İki insanın birbirinden farklı olması gayet olağan...