Alıç ağacının parmakları Harrison Grey’in arkasındaki pencere camını tırmalıyordu. Kitabının sayfasını kıvırdı; bu patırtıda daha fazla okuyamayacaktı. Hiddetli bir bahar rüzgarı, bütün gece boyunca çiftlik evine saldırıp durmuş ıslık çalarak panjurların biteviye bir tak! tak! tak! sesi eşliğinde dış kaplamaya vurmasına neden olmuştu. Takvimler mart ayını gösteriyor olabilirdi ama Harrison baharın yolda olduğunu düşünmenin yanlış olduğunu biliyordu. İçeriye böyle bir rüzgar dolarken sabaha kırsal alanı, buz kesmiş bir beyazlıkla kaplanmış halde bulursa hiç şaşırmazdı.
Harrison, rüzgarın insanın içine işleyen çığlığını bastırmak için uzaktan kumandanın düğmesine bastı ve Bononcini’nin Ombra mai fu’sunu açtı. Sonra şömineye bir odun daha atarken kendine dokuzu birden bir yana, küçücük bir odayı ısıtmak için bu kadar çok yakıt gerektiğini bilseydi bu çiftlik evini alıp almayacağını sordu. Üstelik bunu ilk defa yapmıyordu.
Harrison, rüzgarın insanın içine işleyen çığlığını bastırmak için uzaktan kumandanın düğmesine bastı ve Bononcini’nin Ombra mai fu’sunu açtı. Sonra şömineye bir odun daha atarken kendine dokuzu birden bir yana, küçücük bir odayı ısıtmak için bu kadar çok yakıt gerektiğini bilseydi bu çiftlik evini alıp almayacağını sordu. Üstelik bunu ilk defa yapmıyordu.
Telefon çalmaya başladı.
Harrison telefonu, kızının ev ödevinin teslim tarihinden bir gece önce olabilecek en geç saatte aramak gibi can sıkıcı bir alışkanlığa sahip olan en yakın arkadaşının sesini duymayı bekleyerek ikinci çalışta açtı.
Konuşma sesi hattın cızırtısını bozmadan önce, kulağına hızlı ve kesik bir nefes sesi geldi. ‘‘Buluşmamız gerek. En erken ne zaman burada olabilirsin?’’
Ses geçmişinden bir hayaletmiş gibi onu iliklerine kadar ürperterek Harrrison’a ulaşmıştı. Bu sesi duymayalı uzun zaman olmuştu ve şimdi duymasıysa sadece bir sorun olduğu anlamına geliyordu. Korkunç bir sorun. Elindeki telefonun terden kayganlaştığını ve duruşunun kaskatı kesildiğini fark etti.
Düz bir sesle, ‘’Bir saat,’’ diye cevapladı.
Ahizeyi yerine koyarken yavaştı. Gözlerini yumarken zihni geçmişe doğru isteksiz bir yolculuğa çıkmıştı. On beş sene önce telefonun sesiyle buz kestiği, diğer uçtaki sesin konuşmasını beklerken saniyelerin davullar misali gümbürdediği zamanlar olmuştu. Zaman içinde, huzurlu bir yıl yerini bir diğerine bıraktıkça kendini geçmişinin sırlarından kaçmayı başarmış bir adam olduğuna ikna etmişti. O normal bir hayat süren ve güzel bir ailesi olan bir adamdı. Korkacak hiçbir şeyi olmayan bir adam.