Gözlerimi kırpmamaya özen gösteriyordum. Çünkü kırptığım an da gözyaşlarım yanaklarımla buluşacaklardı biliyordum. Beni kurtardığı pisliği yüzüme vurması ağır gelmişti. Ama savaşmaktan vazgeçmeyecektim. Kollarımı birbirine kavuşturup arkamı döndüm. Sırtımı döner dönmez gözlerimden yaşlar boşaldı. Neyse ki yüzümü göremediği için gözyaşlarımdan alacağı zevki engellemiştim. Derin bir iç çekti.
"Bu evin bir yardımcısı var haftasonu olduğu için izin günü, yarın gelir ne istiyorsan ona söylersin."
Ne sert ses tonuyla ne de söyledikleriyle ilgilenmedim, susmayı tercih ettim. Merdivenden gelen ayak sesleri gittiğini haber veriyordu. Saatlerdir manzarayı izlediğim yere dönüp oturdum, buğulu gözlerimi artık iyice açılan güne çevirdim. Kalbimin hala kırılabildiğine şaşırıyordum. Hala bi kalbimin olduğuna şaşırıyordum. Fazla acıdan yok olmasını beklerdim...Yaklaşık yarım saat sonra merdivenlerden gelen ayak sesiyle beraber burnuma deniz kokusunu anımsatan hoş bir koku geldi. Aşağı indiğini biliyordum ama arkamı dönüp bakmadım. En iyisi hayalet olup görünmez olmak ve görmemekti. Dış kapının açılma sesini duydum ama inatla arkamı dönüp bakmıyordum.
"Kahvaltılık birşeyler al gel Muzaffer"
"Tamam, efendim"
İçimde sevinç gösterileri yapan bi can vardı. Açlıktan iyice midem kazınmıştı. Kapı tekrar kapandı.
"Şimdi konuşabiliriz. Sormak isteklerini sor"
Cevap vermedim.
"Kime diyorum ben."
Yine cevap vermedim.
"Sağır mısın sen? Cevap versene." diye bağırdı. Korktuğumu belli etmeden "Soracak birşeyim yok" diyerek sert bir dille karşılık verdim.
"Sana bu şansı bi kere veriyorum akıllı ol bunu değerlendir çünkü bir daha bu şansı elde edemeyeceksin."Biraz düşündüm ve trip atmanın aptalca olduğuna karar verip merak ettiklerimi sordum.
"Neden buradayım?"
"Cevabını bildiğin soruları sorman sadece canımı sıkar boş sorular sorma!"
"Biraz kibar olur musun?"
Bana uzaylı görmüş gibi baktı. Eminim bende birini esir tutsaydım ve esir tuttuğum kişi bana kibar olmamı söyleseydi bende böyle bakardım. Birşey söyleyip beni aşağılamasına fırsat vermeden sorularıma devam ettim.
"Bebeğim doğduktan sonra gönderileceğim yer neresi?"
"Gidince görürsün."
"Peki neden bebeğimin doğmasını bekliyorsun? Neden şimdi göndermiyorsun?"
"Orası bebeğini dünyaya getirebileceğin kadar güvenli bir yer değil ama istersen şimdi de gönderebilirim."
Gözlerinin içine baktım.
"Sen bebeğime acıyıp onu kendi evine alacak kadar merhametli bir adam mısın yoksa onursuz bi adamın kumar borcu karşılığında sözde karısını satın alacak kadar vicdansız bir adam mı?"
Gözlerime acımasızca bakıyordu ama bir an ordan başka bir duygunun geçtiğine yemin edebilirdim.
"Yapmam gereken işler var ben burda oturmuş senin zırvalıklarını dinliyorum."
Sanki kaçıyordu yada benim hayal ürünümdü bu bilmiyordum. Ayağa kalkıp merdivenlere doğru yürürken onu durdurdum.
"Tamam söz veriyorum boş sorular yok. Lütfen otur."
"Bu gerçekten son şansın."
"Şeyma hanımın kıyafetlerini giymek istemiyorum" dedim bir çırpı da.
"Adının Şeyma olduğunu nerden biliyorsun? Bizi mi dinledin sen?"
Gözlerimi kaçırdım. Galiba küçük bir pot kırmıştım ama toparlayabilirdim.
"O kadar çok bağırıyordunuz ki kulaklarıma pamuk tıksam bile duyabilirdim"
İnanmışa benzemiyordu. Şüpheli bir şekilde gözleri kısmış beni izliyordu. Bir an terlediğimi hissedip ellerimle yüzüme hava yaptım. Pot üstüne pot kırıyormuşum gibi bir his vardı içimde.
"Bir daha asla yapma bunu sonu iyi olmaz."
Tabiki inanmamıştı. Uyarısı daha doğrusu tehtidi korkmama yetmemişti. Bir daha yapacağımı biliyordum çünkü burdan kaçmak için bilgiye ihtiyacım vardı. Bu bilgileri bana kendi vermiyorsa ben almasını bilecektim. Susup konuşmasına devam etmesini bekledim."Bu kıyafetler Şeyma' nın değil o öyle sanıyor olabilir ama ona ait değiller. Giy işte bide sana özel kıyafet mi alayım istersen hiç birşey giyme evin içinde çıplak gez beni rahatsız etmez."
Sırıtan suratına sağlam bir yumruk atmak isterdim ama ne yazıkki üflese uçacak bir kızdım. Sinirden kızarmış olabilirdim bu adam ahlaksızın tekiydi!
"Terbiyesizleşmenin lüzumu yok ben sadece kimseyi huzursuz etmek istemem hepsi bu"
"Sen kimseyi bırak, beni huzursuz etmemeye bak. Çünkü ben huzursuz olursam" parmaklarıyla bebeğimi göstererek "junior Ali de huzursuz olur" dedi. O adamın ismiyle bebeğimin adını yan yana kullanması zaten bozuk olan sinirlerimi iyice tepeme çıkarmıştı
"Junior Ali felan değil. Benim bebeğim anladın mı sadece benim"
Bu konuşma amacından iyice sapmıştı. Bir an önce toparlamam gerekiyordu.
"Yardımcı kadın kim senin adamın mı" sesimi elimden geldiğince kısık ve sakin çıkarmaya çalışıyordum.
"Sultan hanım sekiz yıldır benimle beraber. Onun yardımıyla kaçabileceğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Kapıdaki korumalar ihanet eder bana Sultan hanım etmez."İşte bu kötü haberdi. Yardımcı kadının bana acıyıp kaçmama yardım etmesini umuyordum. Belki de yalan söylüyordu. Beni bu fikirden vazgeçirmek için beni kandırmaya çalışıyordu. Şansımı denemeliydim, yarını iple çekiyordum. Tam bu sırada kapı çalmıştı. "Şu kapıya bak." diye emretti. Emretmesi kanıma dokunuyordu ama rica etmesini de beklemiyordum açıkçası. Kalkıp kapıyı açtım. Korumalardan biri ellerinde torbalarla içeri girdi. Kapıyı kitlemediğini farkettim kaçmayacağımı mı zannediyordu acaba. Gerçi kapıdan kaçmak pek akıllıca bir karar da olmazdı. Ellerindeki torbaları masaya bırakan koruma tekrar kapı önündeki yerini aldı. Kapıyı ardından kapattım. Ayakta öylece beklerken mavi gözlü şeytan kafasını iki yana salladı.
"Şunları paketlerinden çıkarsana kızım ne seyrediyorsun aptal aptal."
Hem emretmiş hem de hakaret etmişti ama bunu umursamayacak kadar hamileydim. Hemen masanın üzerindeki paketleri açıp zeytini peyniri ve daha envai çesit kahvaltılığı masaya dizdim. İki tane de kahve almışlardı. Onları da masaya yerleştirdiğim sırada şeytancık sandalyesine kurulmuştu bile. Benle beraber yemekten rahatsız olmuyordu sanırım. Bende rahatsız olmuyordum çünkü çocukluğumdan beri sofraya yanlız oturmaktan hep nefret etmişimdir. Şeytancık gazetesini okuyarak kahvaltısını ederken bende bir yandan bebeğimi doyuruyor bir yandan da neler yapabilirim diye düşünüyordum.Çok şükür ki bebeğim bugün de doymuştu. Şeytancık odasına çıkmıştı bende masayı topluyordum. Kalan yiyecekleri mutfağa taşıyıp salona geri döndüm. Simsiyah takım elbisesi beyaz gömleği ve yine siyah kıravatıyla merdivenlerde göründü mavi gözlü şeytan. Etkileyici göründüğünü kabul etmeliydim. Telefonla konuşarak merdivenleri indi. Yanımdan geçerken telefonu kapattı ve " Ben çıkıyorum uslu dur canımız sıkılmasın" diyerek gözlerini karnıma dikti. Kapıdan çıkınca arkasından "Hayvan!" diye bağırdım. Duymayacağını biliyordum, zaten duymasını da istemiyordum. Savaş açmıştım ve meydan okuyordum tamam da ben ondan hala korkuyordum.
24 saatten fazladır bu evdeydim. Normal şartlardaki bir insan sıkılırdı muhtemelen çünkü sadece yemek yiyor, televizyon izliyor ve uyuyordum. Ama ben bu duruma alıştığım için yabancılık çekmiyordum. Arkadaşlarımla birlikte sinemaya gitmek, alışveriş mekanları gezmek, tatile çıkmak nasıl bir duyguydu bilmiyordum belki de asla bilemeyecektim. Ama bebeğimle gezmem için bir umut vardı. Bunu gerçekleştirmek için elimden geleni yapacaktım. Dışarda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Her taraf kapalı olduğu için toprak kokusunu alamıyordum. Yağmuru izlemek her zaman huzur vermiştir ama çakan şimşeklerden de korkmuyor değildim.
Evde benden başka kimse yoktu ve bende yine huzuru izliyordum. Aklıma gelen bir fikirle ayağa kalktım. Üst kata çıkıp mavi gözlü şeytanın odasının önünde durdum. İçeri girdiğimi anlar mı acaba diye kafamda ölçüp biçiyordum. Çünkü canını sıkarsam bebeğime gözünü kırpmadan zarar vereceğini biliyordum. Sonunda çok dikkatli hareket edip iz bırakmamaya özen göstermeyi şart edinip açtım kapıyı. Kapıyı açar açmaz buruma yine denizi anımsatan o koku çarptı. Simsiyah yatak örtüsü savaştan çıkmış gibiydi anlaşılan dağınık bir adamdı. Yatak odasında bir çalışma masası bulmayı beklemiyordum ama konu şeytancık olunca da şaşırmamıştım. Kaldığım odadan daha büyüktü odası ve herşey simsiyahtı, perdeler bile. Yerde çorapları vardı ve bu fazla ironiydi. O bir mafyaydı yere çorap bırakamazdı! Yatağın yanında duran komidinin üzerinde bir fotoğraf vardı. Yanına gidip elime aldım ve incelemeye başladım. Fotoğrafta mavi gözlü şeytan sarı saçlı bir kadına sarılmıştı ve ortalarında tahminimce üç dört yaşlarında tıpkı şeytancığın gözlerine sahip çok şirin bir oğlan vardı. Belki de bir karısı ve oğlu vardı ama boşanmışlardı. Bu sorunun cevabını yarın öğrenebilirdim. Oda o kadar sessizdi ki birden bire çakan gürültülü şimşek sıçramama sebep oldu ve çerçeve elimden kayıp düştü. Camın kırılma sesi şimşekten daha çok korkutmuştu. Korkulu gözlerle çerçeveye ve kırılan camlara baktım. Mahvolmuştum!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Tutulması
Fiction généraleSatılmaya alışmış ruhum bunu reddediyordu. Bir adam karısını satar mıydı? Peki bir baba daha doğmamış bebeğinden vazgeçebilir miydi? Babamın beni bu adama sattığını hatırlayınca ürperdim. Önce babam tarafından şimdi de kocam! tarafından satılıyordum...