Dakikalardır benliğini kasıp kavuran, sanki içinde koca bir yangın varmışçasına yakan şeyin boğazına kadar dayandığını hissediyordu. Yutkunamıyordu ve boğazına bir bıcak dayanmış gibi hissediyordu. Kalbi, koşu yarışındaki bir atın kalbiyle eş değer şekilde atıyor diyebilirdi. Buna rağmen elleri buz tutmuştu ve önündeki manzarayı korku dolu gözlerle izlemeye devam ediyordu.
Hiçbir şey yapamadan.
Korkarak.
Hiçbir şey yapamıyordu çünkü eli kolu bağlıydı. Bu, mecazi bir anlam taşımıyordu, gerçekten elleri bağlıydı ve bu içindeki ateşin yanında bir de öfkesinin uyanması için oldukça geçerli bir sebepti.
Fakat ne kadar onu görmezden gelmeye çalışırsa çalışsın o hep kendini bir yerlerden gösteriyordu.
Korku.
O zarar görecek korkusu.
Onu bir daha göremeyecek korkusu.
Bunun son görüşmeleri olacak korkusu.
Kaybetme korkusu.
Çok derinden hissettiriyordu kendisini.
Bir nefes almayı denedi görüşünü engellemeye başlayan yaşlar nedeniyle. Ama ne kadar rahatlamaya çalıştıysa da başaramadı. Boğazına oturan o şey kaybolmuyordu ve hiç de kaybolmayacak gibiydi. Ağlamak istiyordu, delice ağlamak, içini dökmek. Ama şimdi olmazdı. Onların karşısında ise asla olmazdı.
Birkaç kere gözlerini kırpıştırdı, ardından birkaç saniye gözkapaklarını kapalı tuttu ve sonunda gözlerini açtığında onlarla karşılaştı. Hayatının en güzel dönemini birlikte geçirdiği adamın aşık olduğu gözlerine baktı. Uzun uzun, sanki orada sadece kendileri varmış, sanki elleri bağlı değilmiş ve sanki arkasında duran adamın kafasına dayamış olduğu silahın namlusunu hissetmiyormuş gibi uzun uzun baktı ona. Ya da o, öyle olduğunu sandı. Ne zaman gözlerine baksa onlarda kaybolduğuna yemin edebilirdi. Birkaç dakika hep çevresinde olan biteni unutuverirdi.
Onun da kendisi gibi korktuğunu görebiliyordu. Korkuyordu, çok korkuyordu hem de fakat buna rağmen başı dikti. Eğilmemişti, zaten o adama karşı hiç, ne kadar korkarsa korksun, başını eğmemişti. Bu özelliğini ne kadar çok sevse de şimdi düşünüyordu da belki bunun yüzünden buradalardı. Onun, o adama itaat etmediği her gün kendisini yavaş yavaş bataklığa doğru çekildiğini anlaması gerekirdi. Ama geç olmuştu. Biliyordu, artık çok geçti fakat umut etmeden de edemiyordu işte. Belki... Belki bir şey olmaz diye.
Gözlerinden ne kadar korktuğunu anlamışsa da orada nedenini bilmediği bir parıltı da mevcuttu. Bunu görebiliyordu. Neden bu kadar ışıltılıydı gözleri korkusuna rağmen? Hayır, gözyaşlarından oluşan bir parlaklık değildi bu biliyordu fakat ne olduğunu çözemiyordu. Ah bir kalksa oturtulduğu yerden, uzatsa elini ona, dokunsa yanağına, baksa gözlerine yakından, uzun uzun incelese onu belki çözebilirdi fakat olmuyordu işte. Kalkamıyordu yerinden. Aniden, ya da onunla bakışmalarından dolayı bir an içi cesaretle dolmuştu, içindeki korkunun yerini hızla bir öfke silsilesi almıştı. Bu, kaşlarını çatmasına, derin fakat hızlı hızlı solumasına ve hafifçe yerinde kıpırdamasına sebep olmuştu. Sonradan başındaki baskı biraz artınca hareketini kesebilmişti ve sakinleşmeye çalışmıştı. Arkasındakini tanımıyordu fakat o adamın adamlarından biri olduğundan ne yapacağı belli olmazdı, ve evet silahtan da elbette korkuyordu.
Sevdiğiyle göz temaslarını bozmalarına neden olan şey o adamın tiksindiği sesi olmuştu ve aşık olduğu kahveler ayrılmıştı onunkilerden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
feuer und wasser | yoonkook oneshot
Fanfictionyoonkook oneshot. yayımlanma tarihi: 24.09.2019