Saat, 00.27 / Hongseon Lojmanı
Bazen gitmek istersin, ya da sadece düşüncelerini silmek. Fakat olmaz. İçini ne rahatsız ediyorsa ondan kurtulmadan rahatlamazsın. Bu genelde aşk acısında olur. İnsanlar afyonun verdiği mayışıklık etkisiyle kafasındakileri bir bir yok etmek ister. Bu geçici bir unutkanlıktır. Kafan yerine geldiğinde yine gelir o sızı bir saka kuşu misali yüreğine konar. Fakat insanlar bu geçici unutkanlığı çok sever. Her dertlerinde afyona sığınırlar. Zihinlerini bulandırırlar. Böylece unutucaklarını sanarlar. Canlarını sıkan şeyin geçeceğini düşünürler.
Fakat yanılıyorlardır. Çünkü o sızı sana kendini unuttursa da afyonun etkisi geçince daha ağır koyar sana.
Bazı insanlar ise rüzgara sığınır. Sadece havanın, gecenin ve rüzgarın sesini dinlemek rahatlatır insanı. Tıpkı benim yaptığım gibi. Rüzgar dindirir benim acılarımı, kırıklıklarımı, gözyaşlarımı. Ne zaman çekip gitsem rüzgara sığınırım. O da halinden memnundur aslında. Her seferinde kucaklar beni.
Bilindik pencerenin kulpunu yavaşça aşağı indirdim. Oluşan gıcırtı beni rahatsız ederken pencereden destek alıp dışarıya adımımı attım. Bir süre rüzgarı dinledim. Duyuyordum aslında onu. Bana "Yine mi sen ?" diyordu. Çok sakindi. Sahile doğru ilerlemeye başladım.
Kumsalların olduğu yere geldiğimde hemen yanımdaki banka oturdum. Gözlerimi kapatıp bu sakinliğin tadını çıkarmayı denedim. Şu dünyada rüzgardan başka hiçbir şey huzur vermiyordu. Sürekli beni dinliyordu, ben konuşurken sessizce beni dinliyordu, hafif uğultusu ile her zaman huzur veriyordu. Aslında herkese yapıyordu. Fakat insanlar çok bencildir. Rüzgarın onlara yaptığı fedakarlığı göremezler. Çoğu şeyi göremezler. Bu yüzden çoğu insan bencildir benim için. Küçük ayrıntıyı hiçbir zaman göremezler. Her zaman büyük resime odaklanırlar. O yüzden ben rüzgarı arkadaşım edindim. Ona her derdimi anlatırım. Aslında o hep beni dinler fakat hiç sesini çıkarmaz. Yaralı gibidir. Hiç konuşmaz. İçindekini sadece kasırgayla atabilir. Kasırga ama ne kasırga. Çok sinirli değildir ama elbet onun da sinirlendiği zamanlar vardır. Bir zehir misali bütün nefretini havaya kusar. Kasıp kavurur her yeri. Bir tek toz kalmaz yerde. Ağlar. Sadece ağlar. Duyarım ben onun ağlayışını, küçük bir çocuk gibi serzenişini. Fakat elimden bir şey gelmez. O da beni duyar onun da elinden bir şey gelmez. Ama dinlemesi yeter benim için. Bankta oturup sürekli rüzgarı düşünürüm. Ne şiirler, ne hikayeler yazılır sadece sesine.
Yolda yürürken geç de olsa gitmeyi akıl edebildim. Rüzgar yine beni sakinleştirmişti. Açık olan pencere gözüme ilişince hızlıca odama girip pencereyi kapattım. Şimdi rüzgar yoktu. Sadece sesler vardı. Bağırış sesleri. Her gün alışık olduğum sesler kulağıma ilişirken derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Sesler bitmek bilmiyordu.
"Nolur yapma!"
"Yalvarırım birdaha yapmayacağım!"
"Söyle lan! Beni ne kadar sevdiğini söyle yoksa bırakmam!"
"Seni a-ahh ç-çok seviyorum!"
Daha fazla seslere katlanamayıp kapıyı bir hışımla açtım. Aşağıda gördüğüm görüntü ise gözümdeki yaşın yavaşça yuvasından çıkmasına sebep oldu. Bir yağmur misali akarken gözyaşlarım annem de benimle aynı durumdaydı. Üzüntünün yerini sinir ve intikam duygusu aldı. Pişman olacağımı bile bile üstüne gitmeyi terchi ettim. Kaçmadan, korkmadan. Adımlarımı salonun ortasına doğru attım ve konuşmasına izin verdim.
"Oooo demek bebeğim de burdaymış. Bize katılmak ister misin ?"
Masumluktan uzak kirli sözleriyle ona oluşan saf nefretim sadece giderek artıyordu. İki adımda yanıma geldi ve saçımdan tutup geriye doğru çekti. Nefesim çoktan kesilmişti ve korkunun etkisiyle krizimin yaklaştığını hissedebiliyordum. Fakat bağırmadım. Ona istediği şeyi vermeyecektim. Sadece biraz daha sabredicektim ve sonra da odama gidecektim evet.
"Nasılmış benim biricik oğlum?"
Sanki bir oyundaymış gibi oyunu sürdürmek için ona cevap verme gereği duydum.
"İyiyim baba." Dedim gülümseyerek, "Sen nasılsın?"
"Ben iyiyim ama sen pek iyi olmayacaksın."
Karanlık gözlerle bana bakarken içime bir korku serpildi. Yüzünü bana yaklaştırırken aniden erkekliğine tekme atıp odama koşmaya başladım.
Kapıyı kapayıp hızlıca kilidi çevirdim ve telefonumu alıp pencereden aşağı atladım.Hızlıca parka geldikten sonra banklardan birine oturdum. Artık gelemezdi. Biraz bakındıktan sonra banka yan yatıp uyumaya başladım.
Saat, 05.41 / Hongseon Sahil Limanı
Kulağıma ilişen çocuk sesleri nedeniyle yüzümü buruşturdum. Bir süre gözümü açmadan sesleri dinledim. Daha sonra bunun mantıksız olduğuna karar verip gözümü açtım. Gözüme giren güneş ışığı uyanmamı istercesine beni rahatsız ediyordu. Parkta uyuyan çocuklara baktım bir süre. Sonunda kalktım ve kaçtığım yoldan geri gelmeye başladım. Gözüme tanıdık pencere ilişince tırmanmaya başladım.
Bütün ev halkının uyuduğunu farkedince hızlıca yatağa girdim. Ve gözlerimi koca bir karanlığa kapadım..
Saat, 08.00 / Hongseon Lojmanı
Gözüme giren güneş ışığı beni rahatsız edince hafif gözlerimi araladım. Karşımda annemi görünce hafif doğruldum.
"Günaydın anne."
Annem gülümseyerek yanıma yaklaştı ve saçlarımı okşadı. Annemin saçlarımı okşamasını her zaman sevmişimdir.
"Oğlum hadi geç kalacaksın okula. Hem bak bugün lisenin ilk günü gitmeme şansın yok."
Dudaklarımı büzerek
"Ya anne çok uykum var."
"5 dakikaya kalkıp hazırlanıyorsun Soo."
Offlayarak yataktan kalktım ve annem gittikten sonra kapıyı kilitledim. Evet bugün lisenin ilk günüydü fakat hiç gitmek istemiyordum. Neler olacaktı ki ? Hiçbir şey. Hayatıma da hiçbir etkisi yoktu. Ayrıca ortaokulda bile bir tane arkadaşım yoktu. Sürekli tek başımaydım. Liseye geçince sanki arkadaşım olacaktı. Yine aynı devam edecekti ve ben yine mutsuz olacaktım. Bunu istemiyordum. Ben de mutlu olmak istiyordum. İstemsizce içime bir heyecan ve umut geldi. Yüzümde bir tebessüm oluştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
너는 내 운명이야|Kaisoo
ActionDüzenleniyor- * * * * * * * * * * * Boğulmaya korkar güllerim, yapraklarım da, yüz tutmuş korkularım da. //TK//