Kısa bir süreliğine yeryüzüne bir kaç damlasını bırakıp çekilen yağmur , Karabayır'ın soğuğunu az da olsa kırmayı başarmış; sisli , kasvetli hava biraz olsun temizlenmişti.Pencerenin önünde , elimdeki plastik bardağı son kez dudaklarıma değdirirken aniden aklıma gelen , akşam eve gider gitmez bu sefer evimin penceresinin önünde , rahat koltuğumda ve tabii cam bardakta duran kahvemle uzun zamandır yoğunluktan vakit ayıramadığım o kitabı devam ettirmeyi aklımın bir köşesine heyecanla kazıdım.Bardağın ağzını dudaklarımdan çekip gözlerimle aşağıdaki insanları süzmeye devam ederken odamın kapısının çalınmadan aniden açılmasıyla irkilerek kapıya döndüm.Buraya geldiğimden beri çoğu zaman birlikte çalıştığımız , bu meslekte ilk senesi olan Sinan'ı kapı ağzından kafasını çıkartırken görünce az önceki anlık şaşkınlığıma gülemeden edemedim.O ise daima taşıdığı çocuksu neşesiyle gayet rahattı.Düşününce Kutsal(!) Kutlu Hastanesi'nde kim hocasının odasına böyle pat diye girme cesaretinde bulunabilirdi ki? Annemin odasına bile bu şekilde girdiğimi hiç hatırlamazken şaşırmam elbette normaldi.Sanırım artık bu beyaz önlüklerin sonsuz saygıya tâbi görülmek için taşındığı kibirli omuzlardan sıyrılıp , taşınan önlüklerin saygı veya mevki unsuru olmadığı hatta halkın bir nevi hizmetkârı vasfını içtenlikle , seve seve üstlenen omuzların dünyasına ayak uydurmanın vakti geldi.
"Hocam? Hocam, beni duyuyor musunuz?"Bir süredir bana seslenen Sinan'la kısa süreli dalgımlığımdan hızlıca ayrıldım.
"Ha? Evet.. dalmışım Sinan.Hazır mıyız, çıkabilir miyiz artık?" Dedim Sinan'ın yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesine karşılık.
"Ben de onun için geldim hocam.Hazırız , isterseniz artık çıkalım."
"Tamam sen çık ben de geliyorum şimdi."
Sinan; fazlasıyla büyük , içinde sağlık malzemelerinin olduğununu tahmin ettiğim silindir şeklindeki çantayla kapıdan uzaklaşırken zihnim anında harekete geçip o günü hatırlattı bana.O gün buradaki son günüm olacaktı.Eğer tıpkı az önceki çanta gibi bir çantayla Yavuz'ların peşine takılmayıp o köye yardım etme kararı almasaydım ; muhtemelen şimdi annem ve ona benim önümde daima eşlik eden sert, keskin surat ifadesinin de yardımıyla benden hastanesinin gelecekteki ideal başhekimini yaratmasını öylece izliyor olacaktım.Herkesin hayatında dönüm noktası niteliğinde anlar yaşanır derler ve bunlar genellikle yaşanan o anlardan çok sonra farkedilir.Düşününce son zamanlarda ne çok dönüm noktası yaşamışım.O gün iznim olmadan bütün ekibi peşimde sürükleyiş kararım şöyle dursun, beyaz olmasına rağmen tertemiz olan pahalı fayanslarla döşeli başhekimin odasında verdiğim dönüm noktası niteliğinde bir diğer önemli karar ise; annemin üzerimdeki sonsuz yetkisinin sonu olmuş ve ellerden ne zaman kayacağı hiç bir zaman belli olmayan o hayat iplerinden benim olanı elime öylece tutuşturmuştu.Ve ben sanırım hiç kazanamadığım annemi de yine o kararla , o odada tamamiyle kaybetmiştim.Bunu; en son dik omuzlarında kendisine eşlik eden önlüğüyle, o odadan büyük bir öfke ve hışımla ardına bile bakmadan çıktığında bir anda içimde beliren buruklukla öylece bakakaldığımda hissetmiştim.Ha bir de buraya geldiğimden beri tek bir kere bile aramaması vardı tabi.
Önlüğümü çıkarıp masamın üzerinde önceden hazır bulunan siyah deri çantaya koydum.Askıda duran siyah dizden biraz yukarı olan hafif şişme montuma uzanıp hızla üzerime geçirdim.Önümü kapatıp montun her iki kollarının da uç kısmında bulunan ve fazlasıyla işimi gören gri penye kumaşı parmaklarımla çekiştirdikten sonra her iki baş parmağımı küçük deliklere geçirdim.Artık tamamiyle hazırken masadaki çantama uzanıp , soğumuş kahvemden de son bir yudum alarak tatlı heyecanımla dışarıda beni bekleyen Sinan'ı daha fazla bekletmemek adına odamdan çıkıp gerçekten yağan yağmurun fazlasıyla ılıklaştırdığı dışarıya kendimi attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VİSAL
FanfictionGelen sesleri duyuyorum.Boğuk boğuk, gidip geliyor.. Bir inilti çınlıyor kulaklarımda, birileri olabildiğince ıstırap çekiyor. Bir sahne bu, sahnede bir oyun.. Ne sahne benim ne oyun; sahne de onun, oyun da onun. Buradayım, sahnenin arkasında.Bir pe...