Multimeyda: The Cainsmokers - Sick Boy.
İthaf: ladynres
Tam tempo okumalar!*
Etraf karanlık. Önümde nefretle hardallanan mavi gözler yok, karanlık var.
İlerlesem ne olur? Önümde bir duvar var mıdır? Kafayı çakıp bocalar mıyım? Ya da bir kuyu? İçine düşüp ölmeyi mi beklerim?
Neden bu kadar aptalca düşünüyorum? Neredeyim ben?
"Jackson," diye fısıldadım sesimin karanlıkta yankı yapıp bana döneceğini düşünerek. Ama öyle olmadı. Sesim küçük bir kızın ağlamaktan kısılmış sesindeki feryatta kayboldu. Yavaşca arkamı dönerek bu sessizliğin nereden geldiğini anlamaya çalıştım.
Dudağımı ısırıp karşımdaki kıza baktım. Çamur olmuş pembe prenses elbisesiyle toprağın içine oturmuş, bombeli toprağı avuçlayarak ağlıyordu. Ve ben o kızı tanıyordum. O kız bendim.
Gözlerim anlamdıramadığım bir hüzünle on dört yaşındaki Isabella'ya ağladı. İlk defa rüyama on dört yaşındaki Isabella'nın gözünden değil de, on yedi yaşındakiyle bir yabancı gibi girmiştim. Bu çok daha acı vericiydi. Dıştan acınası görünüyordum. Bu çok daha sinir bozucuydu.
Geriye doğru bir adım attığımda çarptığım sert bedenle arkamı döndüm fakat tanıdık bir yüz görme sevinciyle göz yaşlarımı sildim. Jackson ellerini omzuma koyarak beni tekrar cenaze alanına çevirdi.
"Bak," dedi kafasıyla küçük Bella'yı gösterirken. "Bak ve ağlayınca ne kadar çirkin olduğunu gör."
Bakışlarım yavaşca küçük Bella'dan dalgalı mükemmel saçların sahibi Jackson'a döndü. Yine rüyamdaydı ve ben yine rüyamda ona karşı kendimi farklı hissediyordum.
Jackson Stefan, benim unutmamam gereken bir imgeydi.
Kollarımın ürpermesiyle gözlerimi açtığımda karşımda siyah gözler ve dalgalı saçlar görmeyi bekledim fakat aksine küçük avizenin içindeki sarı ışık vardı. Kim sabah sabah bu ışıkları açmıştı?
Yatağımdan kalkıp ışığı kapatırken başım öyle bir dönmüştü ki bir an odanın döndüğünü düşünüp çığlık atacaktım.
Dün ne olmuştu?
Yatağıma otururken saati kontrol ettim. Okula gitmeme yarım saat vardı. Oturup sakin kafayla düşünmek yerine terliklerimi ayağıma geçirdim. Üstümde dünkü kazağım ve taytım vardı.
Kapımı açıp alt kata indim fakat ne mutfaktan, ne de oturma odasından herhangi bir ses gelmiyordu. Mutfağa geçtiğimde tabağın üstündeki tost, yanındaki meyve suyu şişesinin yanında da bir not olduğunu fark ettim. Küçük kağıdı avuçlayıp gözlerimi kırpıştırarak ne yazdığına baktım.
'İşlerim vardı tatlım, erken çıktım. Tostunu ve taze sıkılmış meyve suyunu bitir ve okula git. Umarım yalnız gidebilirsin.'
Dün gece gerçekten ne olmuştu?
Yine mi rüyaydı? Öyleyse nasıl buraya gelmiştim? Rüyamın içinde bir kez daha mı rüya görmüştüm? Ben neden kafayı yiyordum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMGE - I
Roman pour Adolescents•Fantastik #1 • Onlar bana hem yaralamayı, hem de yaralanmayı öğretmişlerdi. Hem acı yaşatmayı, hem de acıya dayanmayı öğretmişlerdi. Düşeni kaldırmayı öğretmişlerdi ama defalarca düşürmüşlerdi de. Güvenmeyi, ama bir o kadar da yarı yolda bırakmayı...