Amerika/Yale Üniversitesi
-1 yıl sonra-
İlyada
Yavaş olsa da okula, odama, arkadaşlarıma ve derslere alışmıştım. Okul artık bana yabancı gelmekten ziyade tanıdık gelir olmuştu. Tabi ki bilmediğimiz daha zilyon tane yer olduğu için tamamını bildiğimi söyleyemeyeceğim.
Geçtiğimiz koca bir yıl içinde zamanımın çoğunu laboratuvarda deney yaparak, geri kalanını da müzik odasında mikrofonum ve grupla geçiriyordum. Okulun ilk başlarında derslerin zorluğundan kafamı kaldıramadığımdan hiç kendime zaman ayıramamıştım. Bunu fark etmem biraz geç olmuştu. Paul benim bu durumumdan aşırı şikayetçi olduğundan odama gelip zorla beni dışarı çıkarmıştı. Laboratuvar ve amfi okulun A bloğundaydı ve çoğunlukla orada olduğum için okuldaki tek bildiğim yerler A blok ve yurdun orasıydı. Paul beni hem okulu keşfetmek hem de yürüyüş yapıp insan içine karışmam için dışarı zorla çıkardıktan sonra, C bloğun oraya kadar yürümüştük. C bloğun önüne geldiğimizde kulağıma gelen güzel bir müzikle yerimde kala kaldım. Paul'u da kolundan tutarak durdurduktan sonra sesin geldiği yeri aramaya başladım. Müziğin kaynağına yaklaştıkça şarkı daha anlaşılabilir bir hale gelmişti.
"Hey Jude,don't make it bad,take a sad song and make it better..."
Annemin en sevdiği şarkıydı, küçükken bana hep dinletirdi. Beatles dinleyerek büyümüştüm. Bu şarkıyı duymak, evimi, annemi, Theo'yu ve arkadaşlarımı ne kadar özlediğimi bana fark ettirmişti.
Koşarak odadan içeri girdim. İçerisi cennet gibiydi. *yani benim için* başkası olsa bir otelde yada gemide falan kendini cennetteymiş gibi hissederdi ama ben, kitaplar ve derslerle kaybettiğim kendimi müzik odasında bulmuştum. Odaya girdiğimiz anda Paul çelloya doğru koşmuştu bense ilk girdiğim andan beri gözüme çarpan güzel, siyah, parlak, mükemmel mikrofona doğru koşar adımlarla gitmiştim. Amerika'ya geldiğimden beri şarkı söylememiştim. Oysa ki Yunanistan'dayken vaktimizin çoğunu okulumuzun orda ki karaoke de geçirirdik. Şarkı söylemek hiçbir zaman benim için sadece hobiyle sınırlı kalmamış, hayatımın büyük bir parçası olmuştu. Ne kadar da özlemişim meğer şarkı söylemeyi. Mikrofonu gördüğüm zaman bunu ancak anlayabilmiştim. Biz kendimizi müziğe kaptırmışken içerideki diğer insanları görmemiştik bile. Benim şarkı söylememden,Paul'un da çello çalmasından etkilenmişler ve bizi gruplarına katılmaya çağırmışlardı. Bana kalsa derslerime daha rahat odaklanabilmek için kabul etmeyecektim ama Paul o halime sinir olduğundan ve görmek istemediğinden bir anda evet diyivermişti. O öyle diyince de bana söyleyecek bir söz kalmamıştı. Daha sonradan verdiği bu karardan dolayı ona minnet duymuştum tabi ki. Grup, senfonik metal türünde parçalar yapmak istemiş bundan dolayı da solist bulmakta zorlanmışlardı. 2 seneye yakındır kendilerine eğitimli solist aramışlar ama bulamamışlar,benim sesimi duyduklarında, bana şan eğitimi alıp almadığımı sormuşlardı, 5 senedir şan eğitimi aldığımı söylediğimde solist olmam için yalvarır gözlerle bakmışlardı.
*Yeni nesilin şu opera sevgisizliği benim sinirimi bozuyor, koca okulda sadece ben şan eğitimi almış olamam herhalde!*
Zamanımın çoğu grupla birlikte geçtiğinden ben de okula geldiğimden beri tek arkadaşım olan Paul dışında yeni arkadaşlar edinmiştim. Grup bizim dışımızda (Paul çellist ve ben solisttim) Tobias, Judy ve Oliver'dan oluşuyordu. Tobias, grubumuzun bateristiydi. Uzun boylu siyah saçlı,mavi gözlü bir çocuktu. Benden iki yaş büyüktü. Judy, grubun basçısıydı. Orta uzunlukta boyu,uzun kahverengi saçları ve ela gözleri vardı. Oliver, grubun elektro gitaristiydi. Uzun boylu, sarı saçlı ve mavi gözlüydü, benden üç yaş büyüktü, ayrıca grubumuzun en yakışıklısı bile diyebilirdim. Hepimiz fen bölümlerinde okuyorduk, ama branşlar farklı olduğundan ve daha fazla görüşmek için hepimiz müzik kulübüne üye olmuştuk. Ayrıca ek olarak iki kulübe daha üye olma zorunluluğu olduğundan (toplam 3 kulüp), ben okçuluk ve fen kulübüne de üye olmuştum. Grup olarak müzik kulüplerinde buluşarak hem okulda ki zorunlu kulüp saatlerimizi tamamlıyor hem de parçalarımızı çalışma fırsatı buluyorduk. Haftasonları okulun yakınlarındaki barlarda çalıyorduk, bu şekilde okul içinde belli bir ünümüz bile olmuştu. Ben üstümden "ülkesinden yeni ayrılmış ve hiç tanımadığı, hiç bilmediği bir yerde okuyan kız" olayını attığımdan okulun düzenlediği yardım seminerlerine de katılıyordum. Çevre kirliliği, canlıların neslinin tükenmesi, demokratik haklara karşı yapılan haksızlıklar ve daha bir çok yardım kuruluşunda elimden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyordum. Yunanistan'da da düzenli olarak çevre kuruluşları ve bunun gibi yardım kuruluşlarına katılır aktif bir biçimde çalışırdım. Benim için çevremde olan bitenlere tepkisiz kalmak hep zor olmuştur,tepkisiz kalabilen insanları da hayatım boyunca anlamadım ve anlayamayacağım da...