Bu onu, sadece bugün içinde üçüncü görüşüydü.
Ilk seferi daha tan yeri yeni yeni ağarırkendi. Güneşin nazlı nazlı yüzüne vuran ışınlarıyla uyanmıştı ama onu uyanık kalmaya iten şey, yumuşak adım sesleriydi. Bir lord olarak sürekli tetikte olmalıydı ve bu yüzden aniden bilinci yerine gelip gözlerini kısarak taş koridorda ilerleyen sesleri çok az açık kapıdan seyretmeye başlamıştı. Adımlar odaya geldikçe seyrekleşmiş ve en sonunda kapıda kesilmişti. Jongin onu uyuyor gibi izlemişti.
Yeni mürebbiye Kyungsoo, adı gibi garip o kadın, kapıdan biraz başını uzatmış ve yüzünde şüpheci bir ifadeyle Jongin'i çok az izlemiş ve başıyla onaylamayarak geri çekilmişti. Geldiğinden daha sertti bu sefer adım sesleri.
Hemen ardından yatakta doğrulan Jongin, Doh Kyungsoo'yu düşünmeye başlamıştı. Bu şüpheli ziyaretin ardındaki nedene odaklanmalıydı muhtemelen ama aklına gelen şey nedenlerle yakından uzaktan alakalı değildi. Daha çok vücudunun üzerinden resmen bir şelale gibi dökümlenen saten elbise, açık gerdanında solgun izler bırakan ve tenine zıt renklere sahip olan siyah saçları ve yüzündeki çirkin gözlüğe rağmen güzel görünen siyah kocaman gözleri... Jongin kalbine bir hançer yiyebilirdi ama bu dilber kesinlikle ölümünü düşünmesine izin vermiyordu.
Derin bir nefes alarak karşısında kız kardeşine bir şeyler anlatan kadını seyretti. Elinde bir porselen fincan vardı ve serçe parmağın nasıl olması gerektiğinden bahsediyordu. Tanrı şahidiydi ki, o minik beyaz serçe parmağın dik duruşu ve çevre kontrastıyla uyumu Jongin'in içini gıdıklıyordu. Oturduğu koltukta rahatsız edici olmayı umursamayarak daha da yayıldı ve elini çenesine yasladı.
Kyungsoo bu durumdan, özellikle laubaliliğinden, rahatsız olmuş olmalı ki, "Lordum," diye seslendi. Sesi normal bayanlara göre oldukça kalındı ama bir nedenden ötürü bu kimseyi rahatsız etmiyordu. Tıpkı isminin de unisex diye yutturmaya çalıştığı bir erkek ismi olması gibi. "Bize katılmak ister misiniz?"
Jongin boşta kalan elini sallayarak "Hayır," dedi kaalesizce. Kadının tavrından hoşlanmadığı surat ifadesinden belliydi. Dudağını ısırarak ekledi. "Buradan manzara çok güzel."
Junhee yanında kıkırdadı.
Kyungsoo başını sağa sola sallayarak "Birilerinin görgü derslerine ihtiyacı var," dedi. Klişeleşmiş mürebbiyeler gibi dedikodu yapma ya da gizli saklı konuşma amacı yoktu. Bam! Her zamanki gibi suratına.
Bu durum Jongin'in moralini yerine getirdi ve oyunbazlığının kabarmasına neden oldu. "Bu yüzden buradasın," dedi yüzünde çapkın bir gülümseme oluşurken. "Ahlak kurallarımızı şekillendirmek için."
Kyungsoo gözlerini devirerek "Neyse," dedi, şeker kasesinin kapağını açtı. "Şimdi sırada çay servisi ve ikramlar var."
"Çok kabasın Kyungsoo," dedi Jongin kadının sözünü keserek. "Bir diyalogu bu kadar ipleme- afedersin, kaale almaman sana hiç yakışmıyor."
Kyungsoo yüzünde nazik olmaya zorladığı bir gülümseme ile Jongin'e döndü ve "Affedin lordum," dedi. "fakat şu anda bir dersin ortasındayım. Sizinle muhabbete dalarak hem öğrencimin vaktinden çalıp hem de aldığım parayı boşa çıkarmak istemem."
Junhee, sanki Kyungsoo'nun bütün çabasının boşa olduğunu göstermek ister gibi "Yok yaaa," dedi yayvan yayvan. Geldikleri yeri, Joseon taşrasını belli eden ağzı Kyungsoo'nun kaşlarının çatılmasına neden oldu. "Bir şey olmaz siz devam edin."
Kyungsoo derin bir nefes alarak az önce açtığı kaseyi kapattı ve dudaklarını sinirle birbirine bastırarak "Ders arası," dedi. "Biraz hava alıp gelin ve geldiğinizde konsantrasyonunuz tam olsun." Junhee onaylamamak için ağzını kımıldattı. "Şimdi."
Genç kız diyecek bir şey bulamamış olmalı ki, dudak büzerek odadan çıktı. Oldukça kaba ve denetimsiz bir tavrı da vardı.
"Evet, lordum. Şimdi konuşmamıza devam edebiliriz," dedi Kyungsoo. Savaş baltalarını cilalamış bir amazon kadınına benziyordu. Biraz daha hantal vücut hatlarını saymazsak, mesela göğüsleri yoktu, Jongin onun bir kabile üyesi olduğuna emin olabilirdi.
"Konuşamayız," dedi Jongin kibirli bir tavırla. "Junhee kapıda bizi dinliyor."
Ardından ayağa kalktı ve Kyungsoo'ya yürüdü. Beş altı kişilik masayı karakteriyle tek başına kaplayan kadının baskın aurasını soludu ve kişisel alan eşiğinden adım attığı anı resmen hissetti. Yüzüne doğru eğildi ve kulağına dudaklarını dayayarak "Bu gece," diye fısıldadı. "Bu gece seninle konuşmaya geleceğim, odanı kitleme."
Kyungsoo utançla "Ne münasebet," diye çığrındı. "Siz- siz kendinize gelin lütfen."
Jongin onun dediği cümleleri yarım yamalak algıladı çünkü kadının boynundan yüzüne tırmanan kızıllık gözlerini almıştı. Hat aşağı indikçe Jongin'in dikkati dağılmaya devam ediyordu. "Gayet kendimdeyim ben," diye cevap verdi boğuk sesiyle. Neden bahsettiklerinden emin değildi. "Fazlasıyla kendimdeyim."
Kyungsoo, Jongin'e baktı ve gözlerinin odağını farketti. Elini panikle koynuna götürüp çıplak teni örterek "Siz- siz çıkın burdan," diye bağırdı.
Jongin yüzünde çapkın bir tavırla doğruldu, gülümsemesi sağa kaymıştı. "Gidiyorum madem," dedi elini ince siyah saç tutamında gezdirerek. "Gece görüşürüz." Genç adam kapıdan çıkarken kadının öfkeyle sokulduğunu biliyordu. Tıpkı hiçbir şey duymadığı için sinirden kudurarak kapıya kulağını dayamış Junhee gibi.
"Görüşürüz bir tanecik kardeşim." Junhee'yi kapıdan iteledi ve odasına yöneldi.
Bu gece çok eğlenceli olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
baby, its you
FanfictionJongin, kız kardeşi Junhee'nin mürebbiyesinde bir terslik olduğunun farkındaydı. Kaisoo mini fic(M)