Fon muzigi: Moon is crying 달에지다
02:00 AM... raftaki saatinin gösterdiği zaman... Geniş pencerenin camından asi bir ruh gibi süzülen ay ışığı odasını aydınlatan tek şeydi... Her zamanki gibi geniş siyah deri koltuğuna kurulmuştu...sol elinin dirseği ile koltuk kolundan destek alarak işaret ve orta parmağını birleştirerek sol şakağına dayamıştı,sağ ayağı dizinden bükülmüş bileği sol dizinde dinleniyordu,sağ elinin parmaklari arasında sıkışmış viski bardağının içindeki buzlar yavaşça suya dönüşerek Chivas Regalin muhteşem aromasını azaltıyordu,viski saflığı bozulmadan dudaklari ile sadece iki kez bulunmuştu... Gözlerini karanlığa dikmiş kusursuz bir heykel gibi oturuyordu, arada bir göz kırpması insan olduğuna dair tek işaretdi. Kusursuzdu...kusursuz bir karanlık,kusursuz bir kötülük taşıyordu. Düşünüyordu...kalbindeki adamı,birbirleri için ne kadar imkansız olduklarını,bu imkansızlık yüzünden hissettikleri öfkeyi, sonlandırdıkları hayatları... Evet...Aşkın rengi kırmızıydı...kesif kokulu kan kırmızısı... Doyamiyordu ikisi de bu renge,bu kokuya. Bir sonu var mıydı içinde haps oldukları karanlığın... Yorgundu...çok yorgun. Kalbi de, ruhu da yorulmuştu... Kalkıp pencereye doğru ilerledi,camdan asilzade gibi gökyüzünde süzülen, eşsiz parlaklığıyla beyaz tenini aydınlatan dolunayı izledi. Sevdiği adamı düşündü...gözlerini... o gözlerde cennetin ışığını görürdü bir zamanlar, simdiyse cehennem alevleri saçıyordu o gözler... Onlara aşk yasaktı... Ama asla imkansız olmamalıydı diye düşündü...
Esmer arabasini ıssız yolda hedefine doğru sürerken ruhunu kasıp kavuran yasaklı düşüncelerle boğuşuyordu: " Aşk bizim için imkansız değil... Hayır! Hayır! İmkansız değil! Zor! Çok zor belki de...yasak...kan kokan ölümüne bir aşk, ama asla imkansız değil. İmkansız olsaydı bu yasaklar içinde, ruhlarımız intikamın kölesiyken, birbirimizin kardeslerine ait kanın kokusunu yayarken ellerimiz bu kadar ait olmazdı birbirine kalplerimiz. Bu kadar yeter! Bu kadar acı...bu kadar yasak...bu kadar öfke...bu kadar kin...bu kadar kan yeter... Sadece bir kere birbirimizin olalım, ruhlarımız ve bedenlerimiz yasaklı askımızın yakıcı tutkusuyla ölümüne sevişsin istiyorum."
Sarışın düşüncelerinin arasından kapının çalınması ile sıyrıldı: "Gel!" Kapıyı çalan genç kalın ahşap kapının altın renkli tokmagini ihtiyatla çevirerek açıp sessiz adımlarla odaya girdi. Odaya girer girmez patronunun sert bakışları ve çatık kaşları ile karşılaştı. 90 derece eğilerek: " rahatsız ettiğim için üzgünüm efendim. Size bir zarf geldi" dedi ve elindeki siyah zarfi ifadesi değişerek okunmaz hale gelen efendisine uzattı. Sarışın uzun ince parmaklarıyla, kimden olduğunu tahmin ettiği zarfi ifadesiz suratıyla, ruhunda kopan firtınalarla yıllardan beri alıştığı ustalıkla baş ederek aldı... bakışları siyah zarfta kilitli kalırken " Çık!" dedi. Uzun uzun baktı zarfa...derin ve sesli bir nefes verirken bakışlarını ayırıp amaçsızca etrafda dolaştırdı...alt dudağına işkence eden dişlerini umursamadan açtı zarfi... Kırmızı küçük bir kağıtta siyah mürekkeple tanıdık el yazısı ile yazılmış satırları okudu: "06:00 AM sahildeki evde bekliyor olacağım...sadece 24 saat..." ve yaşlar izinsizce yanaklarından inci taneleri gibi yuvarlandı. Saate baktı...sadece 3 saati vardı,hemen yola çıkması gerekiyordu. Bir "Hıh!" koyverdi..." Her zaman istediklerimi biliyor..." diye konuştu fisıltıyla kendi kendine. Zarfi ceketinin iç cebine koyduktan sonra arabasının anahtarını alıp odasına son bir bakış dahi atmadan ayrıldı.
Ağaçların çevrelediği ıssız yolda arabada hızla ilerlerken kalbinin hızı hareket hızını algılamasına izin vermiyordu...ani frenle durdurdu arabayı...Acıyla, hıçkırıklara boğularak, öfkesini haykırarak ağladı...kendine gelip başını gömdüğü direksiyondan ayırdığında direksiyonu tunan ellerinin eklemleri beyazlamış sızlıyordu... göstergedeki saate baktı, 17 dakika kayb etmişti... sağ ayağıyla gazı kökleyerek son hız yola koyuldu...