İlk defa rüyamda Yusuf'u o gece gördüm.
Eğer İzmir'i 1-2 defa ziyaret etmişseniz bulunduğumuz yerin Denizköy Sahili olduğunu anlayabilirdiniz. Rüyamda bile mekan seçiminde mükemmeldim, buraya ben küçükken annemle hep geldiğimizi hatırlıyorum. Ama bir terslik vardı, hava bile bunun farkındaydı, havayı hiç bu kadar kararsız görmemiştim. Hani bazı rüyalar vardır ya; yalnızsınızdır, deneseniz de sesiniz çıkmaz, koşarsınız ama sonra başladığınız yerde olduğunuzu fark edersiniz, öyle. Bir nevi kabus işte. Peki ya Yusuf bunun neresinde diyeceksiniz, anlatayım hemen.
Aslında tam olarak nerde ortaya çıktığını ben de bilmiyordum, bir anda karşımdaydı işte. Korkuyordum, yanına gidip ona sarılmak istedim, belliydi işte eğer ben ona sarılmak istiyorsam bu işte mutlaka bir bokluk vardır.
Kollarını öne doğru uzattı, sanki aklımdan geçenleri okuma yeteneği vardı. Aramızdaki mesafeyi bir anda kat edip ona sarılmalıydım, sanki ona sarılmak için olan son şansımdı. Adım attım, bir tane daha ve bir tane daha. Yüzüme baktı ve o da bir adım attı, sanki bir şeyi deniyormuş gibiydi. Şaşkınlıkla yüzüne baktım, ikimiz de yerimizde sayıyorduk, aynı moonwalk yapmaya benziyordu. Çaresizce birkaç adım daha atmayı denedim. O kulakları delen çığlığı ikimiz de o zaman duyduk, arka taraftan bir yerden gelmişti. Arkama dönüp etrafıma bakındım, yalnızdık hala. Hayatımda hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum, o ses ancak ölüm anındaki bir insandan çıkabilirdi, bir an önce uyanmalıydım. Yusuf'un desteğine ihtiyacım vardı, beni 1 kere kurtarmıştı, şimdi de varlığıyla kurtarabilirdi. Ama o an arkamı dönmeyi hiç istemedim, kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Gözlerimi kapatıp Yusuf'a döndüm. Sahilde benden başka biri olduğuna dair hiçbir belirti yoktu. Yavaşça gözlerimi açtım, işte oradaydı. Gülümsedi, hayatımda gördüğüm en güzel gülüştü diyebilirim. Saatlerce onu izleyebilirdim. Gözlerimin içine baktı, o gözlerde acı vardı, sezinleyebiliyordum. Neyin acısıydı bu? İşte o an beyaz gömleğine yayılan kanı gördüğümde anladım, ve yere yığıldığında. Çığlık attım, hiçbir şey olmadı. Koşup yanına gitmeye çalıştım, hiçbir şey olmadı. Gözlerini açık tutmasını, uyanık kalmaya çalışmasını söylemeliydim. Beni bırakamazdı, gidemezdi. Çaresizlikle etrafa bakındım, gözyaşları yanaklarımdan süzülürken düşündüğüm tek şey onu kurtarmaktı. Gözlerimin önünde ölmesine izin veremezdim. Önce yarasına, sonra da bana baktı. Bir insandan o kadar kan çıkması mümkün değildi. Donup kalmıştım, neden onu son kez görüyormuşum gibi geliyordu?
Ve o anda uyandım. Neden bu kadar gerçekçiydi? Bu bir mizah hikayesi, bir anda ayağa kalkıp qandırdımxDè demesi lazımdı. 2 elimi yanaklarıma koyup sakinleşmeye çalıştım, saat 9.30 olmuştu. 1 saat sonra evden çıkacaktık, acele edip duş almam gerekiyordu. Kapının çalmasıyla öyle bir irkildim ki hopladım bile diyebilirim. Annemdir herhalde.
"Giiir."
Ayağa kalktım ve aynanın karşısına geçtim. Bugün ne giysem acaba? Birinin boğazını temizlemesiyle aniden arkamı döndüm ve dondum kaldım.
"Günaydın." dedi.
"Senin ne işin var burda?" Tabii ya, otelden atıldıkları için bizde kalacaklardı. Ben onu kabusta gördüm zannetmiştim ya!
"Seninle konuşmam gerekiyor."
"Ne söyleyeceksen çabuk söyle ve defol Enes."
O anda hangi geceliğimin üstümde olduğunu fark edince yüzümün kızardığını fark etmesin diye kafamı yere eğip bir şey arıyormuş gibi yapmaya karar verdim. Ama tabii ki fark etti, Enes'ti bu sonuçta. 4 yıl boyunca birlikte olduğum adam. Eliyle çenemi tutup ona bakmamı sağladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatımın Başrolü
Roman pour AdolescentsHayattan öğrendiğim tek şey vardı; kimseye onu hayatınızın başrolü yapacak kadar değer vermemeliydiniz. Hele benim gibi kendi hayatınızın bile başrolü değilseniz, durum gerçekten vahimdi. Fakat mutlu son diye bir şeyin olmaması, umudun da olmadığı a...