to the end of the world

117 17 125
                                    

Onu ilk gördüğümde benzin istasyonunun marketinden alışveriş yapıyordu. Paketlenmiş soğuk bir sandviç, büyük bir şişe su ve iki tane çikolatanın yanında bir paket kondom ve kayganlaştırıcı da satın almıştı. Küçük markette, gözümü ondan alamadan bekliyordum. Kollarımda abur cuburlar doluydu, düşürmemek için kendimi zor tutuyordum o anda. Hesabını ödedi ve kırmızı yapraklı, mor meyveli bir ağacın altına oturup sandviçini yemeye başladı. Elimde bir poşet dolusu abur cubur ve hazır ramenle arabama döndüğümde, pantolonuna dökülmüş kırıntıları temizlemekle uğraşıyordu o. Arabasına yürürken gri şapkasını takışını izledim. Uzun saçları, kahverengi karamelli bir çikolataydı. Yanına almadığı fişini elimde tutarken ben, beyaz Mercedes'ine bindi ve hızlıca uzaklaştı.

***

"Ne zaman ulaşacaksın," diye sordu Im Yoona. Jeonju'da aldığı yeni evine beni davet ettiğinde Busan'daydım. Ve bir karavan alıp yolculuk yapmak için yakaladığım bu fırsatı kaybetmemem gerektiğine karar vermiştim. Günlerdir yollardaydım. "Seni özledim, unnie."

"Oh, özlemeye devam et. Geçen seneki hediyeni kullanıyorum. Çok güzel fotoğraflar biriktirdim. Geldiğimde incelerken çok mutlu olacaksın. Ve bir sürü magnet de topluyorum. Hediyelik eşya falan filan."

"Çok eğleneceğiz desene."

"Yemek yapmayı unutma, Yoongie. Jeonju'nun bibimbapı çok özeldir. Biliyorsun, değil mi?"

"Merak etme unnie, sana mükemmel bir masa hazırlayacağım. Geleceğin günü söyle bana da masa hazır olsun."

"Bir iki güne belli olur. Yaklaşıyorum o taraflara."

"Dikkatli ol."

"Yemekten konuştuk da karnım acıktı. Yakında bir yerlerde restoran vardır. Bir şeyler yiyeceğim. Herkese selamlarımı ilet."

"Seni seviyorum, unnie."

***

Böylece onu ikinci defa gördüm. Beyaz Mercedes, gitmek istediğim İtalyan restoranının önünde park edilmişti. O ise cam kenarında bir masada tek başına oturmuş makarna yiyordu. Onu ilk gördüğümde aldığı çikolatadan vardı yanında. Saçları gibi karamelli bir çikolataydı bu. Karavanım gibi kırmızıyla kaplıydı. Ve ben de onu bir kez daha gördüğüm için gülümserken bir pizza söyledim.

Gözleri, buradan baktığımda, yeşil görünüyordu. Fakat ona çok yakın oturmuyordum ve gözlerinin rengini anlamam bence tamamen bir illüzyondu. Dudakları kırmızıyla parlarken, her bir lokmada yavaş yavaş siliniyordu ruju. Yine de parlaklığını kaybetmedi. Kakülleri gözlerine dökülüyor, ikide bir eliyle onları geri itmek zorunda kalıyordu. Telefonunu bir kenara koymuş, önünde açtığı dergiye bakarken belli ki bir şarkı dinliyordu. Masanın altında, bacaklarını ritme göre sallayışını izledim. Pizzam geldi. Peynir, zeytin ve sebzeler.

Gözleri, biraz sonra bana dokundu. Korkuyla pizzama dönüverdim. Kalbimin attığını hissediyordum. Bu bana, aslında, çok garip gelirdi. Kalp zaten hep atmaz mıydı ki? Atmazsa ölürdük ya! Fakat, işte, böyle anlarda şaşırtıyordu beni attığı için. O kadar gerçek, o kadar somuttu ki aslında kalbin atması... Bunu unuturdu insan. Ta ki... ta ki... İşte, böyle biri gelip de dokunana kadar... Yumuşakça ve farkında olmadan. Habersiz bir mektup, bir tanrı misafiri uzaklardan gelen. Makarnasını bitirip dergisini kapattı o, pizzam soğudu. Hesabını ödedi. Fişini almadı. Soğumuş pizzayı paketleyip karavanıma dönerken elimde iki adet fiş vardı.

Beyaz Mercedes çoktan göz önünden kaybolmuştu. Onu bir daha göremeyecektim. Fakat fişi ve restoranın fotoğrafı hep benimle olacaktı.

***

to the end of the world //taengsicaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin