BÖLÜMϟ5
(Bölüm şarkısı da var, ne demek istediğimi anlayacaksınız, iyi okumalar)
Etrafa bakıp, deli gibi ağlıyordum sanki kendimde değilmişim gibi hissediyordum. Dünya’da ki tüm insanlar karşımdaydı, hepsi benim gözyaşımı içiyordu, içimi sömürüyorlardı.
Beni düşüren çocuğa baktım, yanında dersi anlatan çocukla beraber yan yana merdivenin köşesin dikilip bana bakıyorlardı, kalbimde bir acı hissettim. Dün bana yardım etmeye çalışan çocuk. Gözlerine baktım, tam içine. Gözlerinin içine baka baka ağladım. Mutsuzluğumu bile kıskanıyorlar iken ben nasıl onlara güvenebilirdim.
“Bu yardımımı geri çevirdiğin ve sonrasında da teşekkür etmediğin için,” diyerek arkasını dönerek yürümeye başladı. Çıldıracaktım artık, yürüyen ego psikopatı.
Herkes bana meydan okumak zorunda mıydı, kimse görmüyor muydu ne halde olduğumu, kimse mi yoktu sığınabileceğim? İşte tam o anda, dünyam döndü. Ağrının şoku ile sağ elim karnıma, sol elimse boşlukta, havada asılı kalmıştı. Ağzım o şeklini alırken, gözlerim irileşmiş sancıya alışmaya çalışıyordum.
Nefesim boğazımı yakıp kavuruyordu. Birkaç kez öksürünce karnım sanki ufalıyordu.
İşte bu acı nefesimin kesilmesini sağlıyordu. Bir feryat kopardım, tüm kantin sessizdi. Manzaranın keyfini çıkartıyorlardı. Gözyaşlarımın arasında onu gördüm, en az benim kadar gözleri irileşmişti.
Yaklaşık üç haftadır kriz geçirmemiştim. Dün bile o ıslaklığa rağmen sadece başım şiddetlice ağrımıştı.
Bir feryat daha kopardım ve elimi karnımdan çektim. Kendi dokunuşumla dahi alt üst oluyordum. Eklemlerim kemiklerimden uzaklaşıyormuş gibi hissediyordum.
Bir feryat daha, bir çığlık daha. İşte o an kalabalığı fark ettim. Başıma üşüşen insanlara aldırmadan yere kıvrıldım.
"İlacım, çantamda! İhtiyacım var, getirin," diyerek hıçkıran sesimle yardım dileniyordum. Allah’ım yardım et!
Evremin sesini işittim. "Barlas neyi bekliyorsun, koş! Koşsana çocuk!" Başımı kucağına aldı ve çevreye bağırmaya başladı.
"Hülya hocayı çağırın!”
Çantam önüme savruldu, hemen sonra saniyeler önce adını öğrendiğim Barlas titreyen elleri ile hapımı çıkardı.
Dilim neredeyse damağıma yapışıp her çığlığımda ağzım vahşi bir açlıkla açılıp kaba bir sesle kapanıyordu.
Sızlanmam tüm kantinde yankılanıyordu. Hıçkıran sesimden nefret ediyorum, kendimden tiksiniyorum! Bu acının bir an önce bitmesini istiyordum.
Biri ağzıma hapı ittirdi ve ardından kafamı yukarı kaldırıp suyu içirdi.
"Dokunmayın bana!" Diyerek kafamı soğuk fayansa yasladım. Bir gün beni dehşete düşüren bu acı ile ölebilme ihtimalim beynimde dönmeye başladı. Bu hayatta eğer kendim için yaşıyor olsaydım bunu önemserdim fakat ne kadar erken o kadar huzur, o kadar dinginlik ve en önemlisi ise az acıydı.
Kafamı ağrının şiddetiyle geriye savurdum. Havalandım, kıvranmaya başladım. Kuruyan dudaklarımdan tek çıkan şey "Dokunmayın bana," olmuştu.
Her adımda eriyordum. Bu, bu ölüm değildi de neydi? Neydi bu! Beni istemeyen anneden başıma miras kalmış hastalık.
"Barlas sarsma," diyen Evrem 'in sesini duyabiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kavanoz Nohut Tanesi -Askıda-
Dla nastolatkówEvi, onun saklanış kalkanı. Huzuru sadece uyuyarak yakalayan biri için diğer şeyler çok gereksizdir. Evin üst katı.. Sağdan ikinci kapı.. Krem ve toz pembe ile döşenmiş adeta huzuru yansıtan bir oda.. Çift kişilik bir yatak.. Pembe çiçekli olan açık...