Ankara'nın buz kesen ayazından olsa gerek sokaklarda kimsecikler yoktu. Hava karanlık ve sisliydi. Karla karışık yağmur çiseliyordu. Bir grup üniversite öğrencisi bir evde toplanmış, gönüllerince eğleniyordu. İçlerinden bir tanesi mezun olmuş, memleketine dönmek üzere olan Bilal'di. Sarhoş bir halde tekli koltukta uyukluyordu."Bilal oğlum, senin yarın sabah uçağın yok mu?"
Seslenen Bilal'in arkadaşı Barış'tı. Bilal ona yarı baygın bir şekilde cevap verdi.
"Vaar."
"Ee? Neden hala buradasın o zaman? Evine gidip yatsana oğlum. Saat kaç oldu haberin var mı?"
"Dur be oğlum. Zaten eve gidince kendi istediğim hayatı değil, babamın istediği hayatı yaşayacağım. Son günümün tadını çıkarayım. Biraz rahat bırak beni."
Barış az ilerde arkadaşlarıyla sohbet etmekte olan Ecem'e seslendi:
"Ecem ben taksi çağıracağım. Taksi gelene kadar sen de al götür şunu lavaboya, elini yüzünü yıkasın, biraz kendine gelsin."
Ecem Bilal'in kolunu alıp kendi omzuna attı. Güçlükle ayağa kaldırabildi.
"Hadi gel hayatım, elini yüzünü yıkayalım."
15 dakika sonra taksi öğrenci evinin kapısındaydı. Barış ve Ecem Bilal'in iki kolunu omuzlarına atarak taksiye bindirdiler. Barış taksiciye Bilal'in evini tarif etti ve Bilal'i uğurladılar.
****************************
Bilal telefon alarmının sesiyle uyandı. Tek gözü kapalı bir şekilde saate baktı. Saat altıyı çeyrek geçiyordu ve Bilal'in yedide uçağı vardı. Zorlukla yatağından doğruldu. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. O kadar çok gitmeyesi vardı ki memleketine. "Keşke okulu uzatsaydım" diye düşünmüyor değildi. Kız arkadaşı Ecem'den de ayrı kalacaktı. Ecem'den ayrı kalacağı için üzülüyor muydu gerçekten?
Bu ve bunun gibi garip düşüncelerle mutfağa gitti. Kendine bir kahve koydu. Kahve olurken hemen dolaptan biraz kaşar, salam, sosis, domates çıkardı. Hemen kendine bir tost hazırladı. Kahveyi ve tostunu ayaküstü yedi. Ardından hemen kendine bir bardak su koyup ağrı kesici içti. Annesi her zaman kimyasal ilaçların zararlı olduğunu, çok mecbur kalmadıkça kullanmaması gerektiğini söylerdi. Bilal'e her zaman bitkisel otlar içirirdi ama şuan bu baş ağrısına daha fazla katlanamayacaktı. Bir beş on dakika oturup ilacın tesir etmesini bekledi. Baş ağrısı hafiflemişti sanki. Belki de psikolojikti, bilemiyordu. Bir taksi çağırdı. Taksiyi beklerken hemen üzerini değiştirdi. Aynanın karşısında saçlarına biraz şekil verdi, parfümünü sıkıp daha önceden hazırladığı valizini alarak evden çıktığında saat altıyı kırk iki geçiyordu.*****************************
Havaalanına giderken son defa Ankara'nın sokaklarına bakındı Bilal. Kendine kurduğu dünyasına son bir defa bakıyordu. Biraz cesareti olsaydı babasına resti çeker ve asla dönmezdi Adana'ya. Ankara'da kalır, sevgilisi Ecem ile bir evi paylaşır ve kendi ayakları üzerinde dururdu. Bu konuda kendisine çok kızıyordu Bilal. Babasının himayesine altına girmek istemediği halde pisi pisine o himayenin altına giriyordu işte.Taksi havaalanının girişinde durduğunda derin bir nefes aldı ve el valizini alıp ücreti ödeyip indi taksiden Bilal. Çok fazla eşyası yoktu Bilal'in Ankara'da. En başından beri misafirdi bu şehirde. Bilal'in ait olduğu yer Adana'ydı. Kendi iç savaşıyla boğuşarak iç hatlar girişine doğru yol aldı. Girişteki güvenliği geçmek için eline aldığı kaba kemerini, telefonunu ve saatini bıraktı. X-ray'den geçince toparlandı. Ağır ağır 2.güvenliğin oraya yürürken arkasında isminin seslenildiğini duydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAD-I SABA
Genel Kurgu"Girebildiğin gönül, memleketindir..." 🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀 Basit bir yaşam hikayesi olmayan Sahara'nın Bilal tarafından yeniden yazılan hikayesine tanık olmaya var mısınız? Bad-ı Saba : Doğudan esen hafif ve hoş rüzgar, seher yeli. Divan edebiyat...