Epeydir buraya yeni şeyler atmadığım için çok boşladığımı bildiğimden, kaisoodaye bir one shot karalayayım dedim. Aslında halihazırda epey yazılmış başka one shotlarım vardı fakat -niyeyse -buna çekiliverdim. Kurgu tembelliğim tuttu galiba xklnxblşkşjh *yetişmesi için uzun zamandır beklediğim filme bile gitmedim////duygusömürüsü////*
Naver çevirileri için ilgilenen zezeyi öpçüklüyor ve sizi tek bölümlük, tatlı -umarım ki- bir hikayeyle yalnız bırakıyorum.
Bro!lara ve tüm arkadaş teması klişecilerine!/%&^+'^!^&'/+&(%/
-
bana çok yakın olduğu halde bilemiyorum onu nasıl sevmeli?
adını koyabilecek tek kişi o: aşktan mı bahsediyoruz, arkadaşlıktan mı?
evet, onun kollarını düşlüyorum ama bilmiyorum, onu nasıl sevmeli?
aşk ile dostluk hikayesi arasında kararsız bir havası var
bense okyanusun ortasındaki bir ada gibiyim, belli ki kalbim çok büyük
sadece bir gülümseme yeter onu beklemeye, kazanmak istemeye
fakat geceler çok üzücü, zaman geçmek bilmiyor
(céline dion - d'amour ou d'amitié)-
Tık.
Bu ses maalesef ki, ders çalıştığından dolayı sinirini bozması gereken bir duvar saati tıkırtısı değildi. Öyle olsaydı, emindi- bu gürültüden kurtulmak çok daha kolay olurdu.
Tık.
Jongin çene kemiğini sıktı. Kalemini daha sert tuttu ve hafifçe öksürdü.
Tık.
Demin sertçe tuttuğu kalemi bırakıp bu defa da derin bir nefes alarak telefonuna uzandı. Sakin. Sakin. Sakin.
Tüm yapması gereken sakin olup tepkisizliğini korumaktı.Tık.
Kulaklıklarını takacak, duymazlıktan gelecek ve onun çılgınlıklarını kulak ardı edip en azından bugünü kavgasız bitirecekti.
Kimi kandırıyordu?
Teknik olarak saat on ikiyi geçmişti. Hayır, at arabasının bal kabağına dönüştüğü yoktu fakat Kore ve onunla aynı meridyene dizilmiş diğer inciler, yeni bir gün için sayfayı çevirmişlerdi. İşte karşısında koskocaman bir sayfa duruyordu, bembeyaz, taptaze bir sayfa; taptaze bir gün.
Yani şimdi olmasa dahi sabaha, hatta aynı günün gecesine kadar kaçarı yoktu. Homurdandı. Vazgeçip telefonu masanın üzerine bıraktı ve kilit tuşuna parmağını bastırıp saate baktı. 01:10. Harika. Kyungsoo harbiden kendisiyle taşak mı geçiyordu yahu?
Ayağa kalktı. Ellerini saçlarının arasından geçirdi ve yatağının üstünde duran gömleği, kısa bir ikilemden sonra üzerine geçirdi.
Pencere tam masasının karşısındaydı. Stor perdeyi çekerek, derin bir nefes alıp hızla verdiği gibi pencereyi de açtı ve başını aşağı sarkıttığı anda yanağını teğet geçip hızla parkesine düşerek yüksek sesli tıkırtıların çıkmasına sebep olan şeker yüzünden irkilerek gözlerini belertti.
Kaşlarını çatıp dolgun dudaklarını birbirine bastırmıştı ve aşağıdan bakınca daha bir keskin görünen çenesi yüzünden Kyungsoo kendini, dudaklarını diliyle hafif hafif ıslatırken bulmuştu. Üstelik Jongin aşağı doğru bakmak için başını biraz daha çıkarınca, iliksiz gömleğinden bronz teni ve sıkı kasları sıyrılarak Kyungsoo'nun dilinin yavaşça yerine dönmesini sağlamıştı. Fakat bu defa da dudağının iç kısmını ısırıverdi. Jongin, her zamanki Jongin'di. Yazdan daha sıcak ve çölden daha kavurucu.