17.BÖLÜM-KARANLIK

159 15 1
                                    

Bölüm şarkısı ;
Rosenfeld - Do it for me

"Naz, burada biri var." dedi benim de duyduğum ama umursayacak gücü bulamadığım ayak seslerine ihtiyaten. Kucağımdaki başı usulca yere indirdim. Dudaklarımı ıslattım.

"Umarım korkak biri değildir ve şuracıkta beni öldürür."

"Pes etmeyeceğiz!" derken silkeledi beni. İçimi yakıp kavuran intikam ateşi şahlandı. Derin bir nefes aldım.

"Doğru söylüyorsun."

Yüzümü aydınlatan, gözlerimi kısmama neden olan keskin bir ışık vuruyordu yüzüme. Henüz sabah olmamıştı, bundan sonra da kolay kolay sabah olmayacaktı. Yüzüme vuran ışık keskin bir fenerdi. Sahibi görünmüyordu ama şu sinir bozucu durumu ne zaman kesecekti bilmiyorum.

Elimi gözlerime gölge yaptım, ışıktan korudum.

"Kahretsin, çek şunu gözümden!" diye gürleyip kalktım yerimden.

"Naz?" dedi tanıdık, hayrete düşmüş ses. Tüm bedenimin buz kestiğine yemin edebilirdim.

Sendeledim, afalladım. Düşecek gibi olduğumda Rüya destek oldu.

"İşte buradasın! Buldum seni..." dediğinde tüm sesi akın akın doluştu ruhuma.

Kendimi bıraksam şuraya yığılıp kalacaktım ama tüm gücümü toplayıp şiddetle duvara ittim onu.

"Sen nasıl bir insansın? Bunu nasıl yaparsın!"

Deliler gibi bağırıyordum. Bunca şeyden sonra onu yeniden karşımda görmek, ateşi elle tutmaktan daha güç geliyordu.

"Seni öldüreceğim!"

Haykırıyordum, boğazımı yırtacaktım. Arkasındaki duvara sert bir yumruk geçirdim. Diken batsa canım yanardı halbuki, şimdi bir şey hissetmiyordum. Gözlerimi fal taşı gibi açmış, bir oraya bir buraya savrulurken aniden kardeşimin karnındaki metal gözüme takıldı. Eğilip alnından öptüm onu. Hiç düşünmeden çekip çıkardım karnından. Hızla ona yaklaştım. Sırtı zaten duvardaydı, daha da ittirdim.

"Naz, benim! Kendine gel!"

Bir elimle duvara bastırıyor, diğer elimde tuttuğum metali ise kararlılıkla karnına dokunduruyordum.

"Sana kaç dakika ömür tanıyacak, denemek isterim doğrusu!"

Tam karnına geçirecekken elimden sımsıkı tuttu. Işık bir anda açıldığında şaşkınlık içinde kalmış yüzünü gördüm Bora'nın.

"N'apıyorsun Naz? Benim, Bora!"

"Bunu bildiğim için seni öldüreceğim zaten!"

Beni geri ittirdiğinde elimdeki metali düşürdüm yere.

"Dur artık, dinle beni!" diye bağırdı.

Sesimin acı ve nefretle harmanlanan tınısıyla ondan daha güçlü bağırdım.

"Her şeyi biliyorum!"

Ellerimi saçlarıma çıkartıp ağlamaya başladım.

"Mutlu musun söylesene bana, hayatımı mahvettin!"

"Ben bir şey yapmadım..."

Sanki söylediklerimden bir haber gibi, sakince cevap veriyordu bana.

"Masum bir canı öldürdün, kardeşimi öldürdün yetmedi, şimdi de beni mi öldüreceksin? Durma hadi!"

"Bütün bunları benim yapmış olabileceğimi düşündün mü gerçekten? Ben bir polisim, bu dediklerin akıl almaz şeyler!"

Çığlık çığlığa saldırdım üzerine.

"Sus! Daha fazla yalan söyleme artık, sus!"

Yumruk yaptığım ellerimi göğsüne vuruyordum. Yıkılacak gibiydim. Acım, nefretimle baş edemiyordu.

"Ben seni yarama ilaçsın sandım, acılarımı dindirirsin, yüküme ortak olursun sandım. Sen beni ateşe attın! Sen benim yaramı deştin!"

Kesik kesik nefes alıp veriyordum.

"Seni öldüreceğim..."

Defalarca göğsüne vurdum, defalarca aynı cümleyi tekrarladım. Gitgide zavallı gibi çıkan ses tonum cümlelerin yerini hıçkırıklara bıraktığında dizlerim titredi.

"Seni öldüreceğim!" dedim titreyen sesimle dişlerimi sıkarken.

Tam düşecektim ki aniden sımsıkı sarıldı bana. Vücudumu kendine bir fiil hapsetti. Nefes nefese yorgundum. Bir eliyle öyle güzel, öyle özel dokunuyordu ki göz yaşlarımın yuvasına, bana yeniden o geceyi hatırlatmıştı. O gece saçlarıma kırılgan bir çiçekmiş gibi dokunan adam, yine öyleydi şimdi de. Peki ya bu gecenin sabahında ne bekliyordu beni? Yetmemiş miydi artık ruhumun her zerresini lime lime edişi. Şu zehir düşüncelere bile takatim kalmamıştı ve sanırım bayılacaktım.

Kollarına sımsıkı tutundum, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. İnsan katilinin kollarında nasıl olur da güvende hisseder kendini? Bir gecede deva olmuşken tüm dertlerime, başlı başına bir dert olmayı nasıl başardın? Her şey üst üste gelirken bir çocuk gibi göğsüne sığınmıştım şimdi. Nasıl oluyordu bu söylesene?

"Bana inanmak zorundasın, Afitap." diye fısıldadı.

Fakat ona yeniden inanmak, bitirdiğin bir kitabı, sonunun değişeceğini ümit ederek yeniden okumak gibi olurdu.

AFİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin