Karantular cehennemden ve Ruhaniler cennetten azat edileli çok olmamıştı. O gün mahşer miydi, kıyamet miydi bilinmez ama hayat durmamış, ruhlar arafa geçmesi gerekirken dünyaya akın akın düşmüştü. Cehennemden gelen Karantular karanlık duygular besler, kötülük ile güçlenirdi. Ruhaniler ise duru ve temiz olurlar dürüstlük ve mutlulukla beslenirlerdi. Onlar ruhların aydınlık haliydi. Kıyamette yeryüzüne düşen bu ruhlar birlikte yaşayamadıkları için ayrıldılar. Karantular volkanların lavlarına ve siyahına, Ruhaniler ise bulutların beyazına ve temizine saklandı. Karantular ruh emerek yaşadılar, Ruhaniler ise iyilik yapıldığında yayılan enerji ile... Ve bu günlerde Ruhaniler sadece İnsanlardan , Megafunlardan, Sarslardan ve Meleklerden güç alabiliyorlardı.
Meleklerin de sadece Trian ırkı onlara enerji verebiliyordu. Çünkü kıyamet gelmeden önce sevapları yazan melekler Trianlardan başkası değildi... Trian Buzullarında yaşıyorlardı. Meleklerin diğer grubu Ekvamekler günahları yazan meleklerdi. Ancak bu günahlar onları o kadar karartmıştı ki, dünyaya ilk geldiklerinde Trianlar ile birlikte yaşayamadılar. Ekvamekler olumsuz, mutsuz, hep tersini düşünürken, Trianların masumiyetini salaklık olarak değerlendirdiler. Akıllarını kullanacaklarını söyleyerek önlerine ilk çıkan mağarada yaşam kurdular. O mağara daha önce orada kısa süre kalan Karantuların pis duyguları ile yıkanmıştı. Ekvameklerin içinde kalan son iyilikleri de o mağaranın duvarları aldı götürdü. O güzel saydam kanatları siyaha döndü. Boyları iyice kısaldı. Ayakları çarpıklaştı. Dışarıdan bakınca komik görünseler de, içlerinde biriken günahlar onları en kötülerden yaptı. Nursuz ve günahkar...
Trianlar kendilerine en yakın gördükleri ırk olan Sars Krallığı ile baştan beri çok iyi anlaşmışlardı. Gerçi yaşadıkları yerler arasında çok büyük mesafeler vardı ama her başları sıkıştığında seslenmeleri yetiyordu. Çünkü Sarslar telepatik ve telekineziklerdi. Çok iri ve deri renkleri pembe olmasına rağmen onlara şiddet yanlısı demek çok yanlış olurdu. Onlar ulvi ve tasavvufi olarak tarif edilebilirdi. Sanki yaratan onlara kendinden bir parça eklemişti. Bazıları elementlere hükmedebiliyordu. Kral Kemun ise tüm elementlere hakimdi ve ondan önceki kral, ondan sonraki kral da öyle olacaktı. Hafıza okuyabilirlerdi ki bunu Trian Başkanı Tendor üzerinde çok denemişti. Artık neredeyse haftada 1 telepatik olarak konuşuyorlardı. Çok severlerdi birbirlerini iyi 2 ırkın liderleri. Sarslar müttefikleri, dostları yoldaşlarıydı. 2 metre boyunda kibar ve ulvi devler...
Tria bir melekti. Beyaz ırktandı. Saf nurdu hamuru... Yüzünde masumiyet dans ediyordu. Işık teninde parlıyordu. Güneş gündüz onu ısıtırken, gece ay ışığı pırıl pırıl parlatıyordu tenini... Beyazların en beyazıydı Tria. İnsanları çok da severdi. Ne de olsa uzun yıllar insanların sevaplarını yazmak için görevliydi. Ta ki tüm boyutların kapılarını açan mahşer çemberi gününe kadar. O gün çok istedikleri cennete ebedi girmeleri gerekti. Ama bir terslik oldu. Ne cennet kaldı ne cehennem. Tanrı tüm yarattıklarından vaz mı geçmişti ? O günden sonra tüm yargılar yok oldu. Günah da yoktu, sevap da... Cehennem mi kalmıştı ki yanacak? Melekler Trian buzullarındaki oyuklarda yaşıyordu. Tria'nın annesi de buradan esinlenerek koymuştu kızının adını...
Layris iri yarı, buz mavisi gözlerinin içi cesaretle parlayan, omuzları buz dağı gibi olan bir komutandı. Aşk onun için imkansızdı. Çünkü hiçbir Megafun kadınında onun aradığı nazik suluet yoktu. Diğer Megafunlar bundan hoşlanırken, o kolunun altına gizleyebileceği, korumaya alabileceği bir kız arıyordu. O da buzullar diyarında yoktu. Trianlıları duymuştu ama daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Bu yaşa kadar hiç denk gelmediyse şimdiden sonra da çok zordu. Ayrıca Megafunlular asla kabullenmezdi böyle bir birlikteliği... O da kendini buzul krallığına adadı.
Kimse bilemezdi o buzulların batıya bakan kısmında, bir dağ oyuğunda kendi aşk hikayesinin kahramanının yaşadığını... Tria...
Trian
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİ DÜNYA - IRKLAR SAVAŞI (TAMAMLANDI)
FantasíaKıyamet günü, çok istedikleri cennete ebedi girmeleri gerekti. Ama bir terslik oldu. Ne cennet kaldı ne cehennem! Tanrı, tüm yarattıklarından vaz mı geçmişti ? O günden sonra tüm yargılar yok oldu. Günah da yoktu , sevap da... Cehennem mi kalmıştı k...