Zaman kendi etrafında dönüyordu. Her an patlamaya hazır bomba gibiydim.
Banyodan çıktıktan sonra salona geçtim.
Ece, Burak, Serdar ve Ufuk koltuklara oturmuşlardı ve sessizce yere bakıyorlardı. Benim varlığımı ilk Ufuk fark etti.
Göz göze gelince başka zaman olsa bıkmadan usanmadan defalarca bakacağım gökyüzü misali mavi gözlerine bakamadım.
Onların bana bir zarar vermeyeceğini bilmeme rağmen korkuyordum.
Ufuk'un yanındaki boş koltuğa oturdum. Ellerime baktım.
Soğuk havada dışarıda kalmışım gibi titriyordu. Bacaklarım işlevini kaybetmiş gibiydi."Bu ruh hastası kimdi?" Ufuk'un sesi kalbime hançer gibi saplanmıştı. Şule defalarca beni öldürmek istemişti yine de bir şekilde kurtulmuştum ondan. Ateş sayesinde, ondan kurtulduğumu sanmıştım ama yanılmışım. Şule'nin ölmediğine bir taraftan da seviniyordum zira Ateş, benim yüzümden katil oldu diye az kendi kendimi yemememiş değildim. Her gece kendimi suçlamıştım.
"Bu ruh hastası kim Selda?" Birden Ufuk'un bağırması ile oturduğum koltukta sıçradım. Kalbim deli danalar gibi çarpmaya başlamıştı.
Bir şekilde olanları sorgulamak isteyeceklerini biliyordum. Derin bir nefes aldım. Hiç konuşmak gelmese de içimden Ufuk'un öğrenmek istediği cevabı verdim."Yetimhanedeyken birkaç kez hayatımı karanlığa çevirmek istedi İsmi Özgür, Reyhan'ın oğlu." Reyhan yetimhanenin kötü kalpli müdüresiydi.
Ellerimle birlikte sesimde titriyordu.
Daha fazla konuşacak durumda değildim. Ece ile göz göze geldik. Hissettiklerimi anlamış gibi olaya müdahale etti."Bugün çok şey atlattı," diye söze girdi. Gözlerinin içine minnetle baktım. Özgür'ün öldüğünü düşünmüştüm. Ona ne yaptım, bilmiyorum ama beni defalarca öldürmeye çalıştı. Hiçbir zaman beni sevemedi. Halbuki ben kendi halinde takılan zavallıydım.
Ondan hep korkmuştum. Bugün korkmamın sebebi bir daha asla Ufuk'la birlikte Ateş'i, Burak'ı, Serdar'ı asla görememe ihtimalimdi. Bugün o kadar çok korkmuştum ki bir daha asla bana ailenin ne olduğunu öğreten insanları, ailemi bir daha görmeyeceğime emindim ama ailem, beni yine kurtarmıştı.
Acı her yerdeydi. Şu an karşımda yanan şöminenin içindeki ateşte, sokakta futbol oynayan çocuklarda, vücudumdaki izlerde. Hepsi acının simgesiydi bana göre. Acı beni ben yapan kavramdı. Bedenim acıya öyle bir alışmış ki bugün Şule'nin, bana yaptığı hiçbir şeyi hissetmedim bile.
"Seni hiç bugünkü gibi korkmuş görmemiştim. Savunmasız bir çocuk gibiydin." Yanı başımdan gelen Ufuk'un sesi ile düşüncelerim buhar olup uçtu. İnsanı içine hapseden mavi gözlerine baktım. Ben birçok kez kendimi bu şekilde bulmuştum. Hele ki Reyhan'ın beni ceza odasına götürüp sayısız işkenceler de öleceğimi düşünüp korkudan bayılırdım her seferinde. Kendime geldiğimde hep o odada olurdum ellerim ve ayaklarım zincirlenmiş olurdu. Defalarca ağlayarak yalvarırdım beni o odadan çıkarması için ama yalvarmalarım soğuk duvarlara çarpıp kaybolurdu. Bir bilinmezliğin içinde kaybolup giderdim hep.
Sonra gözlerimin önüne okyanus misali mavi gözler geldi. Yerimden ok gibi fırladım. Ateş'i nasıl unutabilirim? Gözlerimi kapatıp açtım. Karabasanların basması misali nefessiz kalmıştım sanki. Derin bir nefes alıp vermeye başladım. Kalbim parçalara ayrılmıştı sanki.
"Ateş," dedim. Kurtarıcımı nasıl unutabilmiştim? Eğer ona bir şey olduysa kendimi asla affetmezdim. Zaten vicdan azabı ile yanıp tutuşurken, Ateş'e de bir şey olursa asla duramazdım. Ateş'e gerçekleri söylemeden gittiyse yaşamam imkansız olurdu.
"Merak etme o iyi." Ufuk'un gözlerinin içine umutla baktım. Bana umut vermek için söylenen sözler miydi, yoksa Ateş gerçekten iyi miydi, bilmiyorum.
Ufuk'a inandım. Çünkü zeytin dalına ihtiyacım vardı.
Bugün yeterince zor şeyler yaşamıştım. Birde Ateş'e kötü olma düşüncesi beni yerle bir ederdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bitmesin Hikayemiz (Hayalet Serisi 2) #Tamamlandı#
Misterio / Suspensoİş çıkış saatinin en kötü kısmı geride kalınca, Avrupa Yakasına giden yolda trafikte sıkışıp kalmaktı. Kolumdaki saate baktım telefonumun zil sesiyle yüksek sesle nefes alarak telefonu arabanın torpidosundan aldım arayan evi gözetleyen, Eren ve Far...