Ona bakmak acı veriyordu.
Bu sefer benden uzak olduğunu bilmek, kalbimin kollarına kelepçeler geçiriyordu. Bu sefer, bana bakıp gülümsemesini beklemek ve o sırada kalbimin göğsümü tekmelemesini hissetmek olmayacak bir dua için Tanrı'ya dil dökmek gibiydi.
Ona bakmak öldürüyordu.
Bir hafta önce az daha benimle sevişecek olan adamın şimdi beni hiç tanımıyormuş gibi gözlerini kaçırıyor olması kahrediyordu.
Ona bakmak, beni pişmanlığın derin sularında en dibe gömüyordu.
Her şey nasıl bu hâle gelmişti?
Bundan aylar önce yaşan Luhan, onunla cehennemin yedi kat dibine bile giderdi. Sehun yanında olduğu sürece, hiçbir şeyden korkmazdı çünkü o. Oh Sehun tarafından yerle bir edilmekten gurur duyardı. Ama görünen o ki, her şey hayallerde güzeldi. Çünkü Oh Sehun tarafından yerle bir edilmek o kadar da güzel değildi.
Yumruğum yanağıma dayalı bir şekilde onu izlerken kendimi eski Luhan gibi hissediyordum ama aynı zaman da çokta uzaktım eskiye.
Umutsuzca beni görmesini, kolları arasına almasını ve kısa bir rüya görmeyi bekliyordum.
Kris'le konuşuyordu hemen karşımda. Hararetli bir şekilde onun dediklerini dinliyor, arada bir gülüyor fakat bakışlarını asla bana çevirmiyordu. Ve ben yapabileceğim en büyük çocukluğu yapıp Kris'i kıskanıyordum.
Elimde çevirdiğim papatyayı kitabımın arasına koyup kantinden gitmeyi düşündüm. Daha fazla burada durursam eğer koşup ona sarılabilirdim çünkü.
Kahve bardağımı ve kitabımı elime aldıktan sonra ayağa kalktım ancak başka bir el beni omzumdan tutup tekrar oturttu.
"Luhan," diyen sesi gözlerimi kısa süre kapatıp açmama neden olurken bıkkın bakışlarımı ona çevirdim ama o aldırmadan karşıma oturdu. "Naber güzelim?"
Gözlerine bakmıyordum. Onun yüzüyle karşılaşmak hiç istemiyordum. Mide bulantısı baş göstermişti tam şu anda.
"Öğrendim de benden önce baya bir şey olmuş, okul eşcinsel olduğunu konuşuyor..." derin bir nefes aldı. "Anlaşılan artık bir şeylerden korkmuyorsun ha? Bu Sehun denen herif seni amma cesaretlendirmiş..."
Saçlarımda hissettiğim parmaklarıyla başımı geriye çekip gözleriyle bakıştım. Bu sayede parmakları havada asılı kalmış, dudaklarındaki gülümseme büyümüştü.
"...Ve seni baya ürkekleştirmiş?"
"Ne halt yiyorsun burada?" diye sordum sertçe. Az önce elinin değdiği saçlarımı hızla geriye attım ve mümkün olduğunca geriye gittim. "Konuşmak istemiyorum."
"Eski sevgili olmamız arkadaş olamayacağımız anlamına gelmiyor Luhan..." dedi Taemin ama bakışlarımı görünce devam etmekten vazgeçti. "Annenin selamını getirdim. Küçük oğlu telefonlarını açmıyormuş. Benden rica etti, kıramadım..."
"Aptal aptal konuşma." dedikten sonra çantamı omzuma yerleştirip ayağa kalktım ve daha fazla onunla konuşmamak adına sandalyemi sertçe geriye ittim.
Görünüşe göre aynı fikirde değildik.
Bileğime doladığı eli, beni eski yerime sabitlerken gülüşünü yüzünden sildi. Elini saçlarının arasından geçirdi, bakışlarını benden çekerek konuşmasını sürdürdü.
"Ben sana bir şey söylerken beni dinle," dedi bileğimi sıkarken. "Olur mu sarışın?"
Bir sorudan çok emir barındıran cümlesi içimde kaynayan kazanın altına bir odun daha atmıştı. O kazan taşarsa durdurmak mümkün olmazdı. Bir haftadır oldukça doluydum ve patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşıyordum ortalıkta.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Limerence /HunHan
FanfictionSehun, siyah severdi. Hayır, her şeyi siyah değildi. En azından saçları siyah değildi. Kısacası Sehun'du işte. Pek renk sevmezdi hayatında. Ta ki, o gelene kadar. Luhan, renkliydi. Evet, her şeyi renkliydi. Saçları bile. Kısacası Luhan'dı işte. Siy...