Kalemin sürtünmesiyle ortaya çıkan bir anlam ifade etmeyen çizgileri defterin öylesine açtığım bir sayfasında gezdiriyordum. Kulaklığım takılıydı. Sınıftan soyut kalmıştım. Bazen öyle bir zaman gelir ki sıradan cümleler veya kelimeler bir anda anlam kazanmaya başlar. Durup durmadık yerde yazdığım nasılsın sorusu buna işaret olmuştu.
Haftasonu Araz'la yaşadığımız konuşmadan sonra bir süre aklımda nasıl olduğumla ilgili konuşma yapmıştım. Araz, hiç beklemediğim kadar nazik görüşleriyle beni rahatlatmıştı. Her ne kadar evde tekrardan bir kasvet beni sarsa da hep konuşmamızı tekrardan döndürdüm kafamda. Arada beni tebessümle bıraktı.
Fatma'ya henüz bahsetmemiştim. İçten içe bir ceza kararıydı bu. Fatma'nın anlatmamak istediklerine saygı duysam da Buse'nin bilmesi beni kırmıştı. En azından meselenin temel konusunu bana söyleyebilirdi. Ama yapmamıştı. Ecem'le arasında benim mesafe olduğum dönem ne yaşanmışsa onu bir kutuya koyup gömmüştü.
Pazartesi sendromu Fatma'ya da vurmuş olacaktı ki başını üst üste koyduğu defter ve kitabın üzerine yaslamışti. Siyah saçların yüzünü çizikler halinde örtmüştü. Kalem tutan elini masaya koymuştu ve girdiği uykuyla gevşeyen parmaklarıyla kalemi de masaya öylece uzanıvermişti. Kulaklığımı çıkarttım ve çantamın ön gözesine koydum. Birkaç dakikaya zil çalar ders başlardı.
Duvara yaslanarak kollarımı göğsümde birleştirdim. Sınıfın yarısı neredeyse başını sıraya yaslamıştı. Yorulanın bir an kim olduğunu düşündüm. Beynimiz mi? Duygularımız mı? Heveslerimiz mi? Hepimiz neyi dinlendirmek istiyorduk. Araz, dinlen demişti. Düşünceden çıkamıyorsan düşüncenle dinlen. Çıkamadığımız bozulduğumuz o durumda dinlenmek.
Sude'nin kıvır kıvır saç telleri omzuma değiyordu. O da dinleniyordu. Bir an Araz'la karşılaştığımızdan haberi olup olmadığını merak ettim. Olsaydı gelip bana söylerdi diye düşündüm. Sude'ye selam da iletmediğimden bahsetme gereği duymamıştı sanırım.
Zil çaldığında yavaştan önüme döndüm. Fatma'nın omzuna işaret parmağımla bastırdım. Bazen ela bazen kahveye çalan gözleri kırpıldı. Bu kez ela gibi duruyordu. Yavaşca başını kaldırdı. Saçlarını yüzünden çekerek yüzünü buruşturdu. Kitaba yasladığı yanağı kızarmıştı. "Kaçta uyudun?" diye sordum.
Baş parmağını sağ gözüne, işaret ve orta parmağını birleştirerek sol gözüne bastırdı. Yavaçta ovuştururken, "3 gibi," dedi, boğuk sesiyle. "Okul varken o kadar geç uyuma," dedim.
"Aslında erken uyurdum da," dedi parmakları gözünden ayrılırken. "Yatakta dönüp durdum."
Kaşlarım çatıldı. "Neden?" diye sordum. Başını iki yana salladı. "Önemli değil. Klasik durumlar."
"Peki," dedim ve üzerine gitmedim. Ecem'le göz göze geldiğimde Fatma'yı başıyla işaret ederek sorgucu bir tavırla göz kırptı. Alt dudağımı kıvırdım ve omuz silktim. Bilmediğimi anladığında başını salladı ve önüne döndü. Ecem, Fatma'yı merak ediyordu. Biten her neyse bunun Ecem de fazla bir anlamı yok gibiydi. Fatma'nın Ecem'i merak ettiği bir anı hatırlamıyordum.
Hoca derse girdiğinde Fatma kendini toparlamaya başladı. Ders boyunca durgun ve suskundu. Çıkışta konuşurum umuduyla sessiz kaldım.
Derste konuşmaya başlayan Sude ve Melih'e kulak kabarttım. Melih, "Şimdi ne oldu ben anlamadım? Barıştınız mı?" diye sordu.
Sude, "evet," dedi. Sesi gayet mutlu çıkmıştı. Melih, kararsız kalmış bir sesle, "eminsin?" dedi. O an Sude konuşmadı, tepki verdiğini düşündüm. Melih bu kez, "Araz?" dedi. İsmini duyunca gerildim sebepsizce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2630. Sokak
Teen FictionDört duvara sıkışmış hislerinin arasında kalan Nida, sokakların tozu ona değdiğinde kendisini hiç beklemediği bir durumun içinde bulur. Bu toz sadece ona bulaşmamıştır: Bir taraftan sarsıntıya uğrayan dostluğu ve yeni tanıştığı hisleriyle girdiği mü...