Altın renkli kanatları ve bakırdan tırnaklarıyla Semruk gökte bir kuğunun suda süzüldüğü gibi süzülerek bize yaklaştı. Yere inerken o devasa kanatlarıyla neredeyse bir fırtına çıkardı. Abra yine kafamın içine girerek, Semruk'un sırtına binmemi istedi. Bu isteğini bir saniye bile düşünmeden gerçekleştirdim. Abra ve Yutpa tekrar suya daldılar. Semruk ise hemen uçarak köyümüze doğru yöneldi. Böyle devasa bir yaratıkla oraya varmanın çok uzun sürmeyeceğinden emindim ki o da beni yanıltmadı. Çok geçmeden ufukta benim için her şeyi ifade eden Arsgalden Dağlarını gördüm. Çocukluğum bu dağlarda geçti. Köyümün dışında yaşamak benim için bir felaketti.
Ama şuan o dağlarda taze pişen ekmek dumanları değil yangınlardan çıkan kara dumanlar yükseliyordu. Sanki biri boğazıma yapışmış var gücüyle sıkıyor gibiydi. Yutkunmak istedim, olmadı. Gözlerim kızarmıştı hissedebiliyordum. Ağlamamalıydım. Beni güçsüz görmemelilerdi. Çünkü taşı almıştım ve bunun bazı olağan sonuçları vardı. Hiçbir savaş kayıpsız sonlanmazdı. Benim yapabileceğim tek şeyse bu kaybı en aza indirebilmekti. Semruk dağın tepesinde beni indirdi. Bu iki başlı, dünyada bir benzeri daha olmayan yaratığa minnettardım, tıpkı diğerlerine olduğu gibi.
Yapacağı tek şeyin beni Arsgalden'a getirip gitmek olduğunu sanıyordum. Ama daha ben harekete geçmeden hemen köyün meydanına inerek Endoryon askerlerini bir bir yoketmeye başladı. Hiçbirine acımıyordu. Tıpkı onların bize acımadığı gibi.
Ben de harekete geçmeliydim. Çok fazla güce ihtiyacım vardı. Çantamdaki Yakut taşını çıkardım. Asamı elime alıp en tepedeki taş yuvasına onu yerleştirdim. Normalde bunu yapmam doğru değildi. Kimse Yakut taşına hükmedecek güçte değildi. Ama bugün fazlasıyla olmaması gereken şey olmuştu. Ve başka seçeneğim kalmamıştı. Taşı yerleştirmemle birlikte damarlarımdaki kanın daha hızlı aktığını hissettim. Göz bebeklerim büyüdü. Gücü her bir zerremde hissediyordum. Pelerinimi çıkarıp yere attım. Artık gizlenmek yok. Herkese karşı duracak güce sahiptim. Tüm gücümle asamı yukarıya kaldırıp yere sapladım. En derinden, sanki dünyanın merkezinden bir çatırdama sesi geldi. Yer sallandı ve benim bulunduğum noktadan aşağıya doğru yerin ikiye ayrıldığını gördüm. İstediğim buydu. Daha fazlası. Endoryon askerleri beni farketti. Ve taşı kullandığımı da. Bana doğru yönelmeye başladılar. Bir çoğu bu çukurun içine düşmüştü bile. Ama sonları gelmiyordu.
Kendimi savunmalıydım. Üstüme doğru gelen yüzlerce hatta binlerce askere karşı yalnız değildim. Asamı yerden kaldırıp bu sefer onlara doğru yönelttim. Henüz dudaklarımdan tek bir kelime bile dökülmemişti ama ürktüklerini farketmiştim. Korkularının kokusunu alabiliyordum ve bu bana inanılmaz bir haz veriyordu. Gülebileceğim en küstah şekilde güldüm onlara. Bu gülüşüm bir tokat gibi çarptı her birine.
"Ölümün ve yaşamın Tanrıları!
Benimle birlikte savaşın
Bize zulmedenlerden intikam alma zamanı"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simurg ve Yakut Taşı
FantasyHem şaman soyundan gelen hem de bir suikastçi olan Simurg ve halkı için zor günler kapıdaydı. Peki Simurg bu zor günlere hazır mıydı?