Merhabalar iyi akşamlar nasılsınız bakalım?
Bizim deli coştu, bu bölüm başlarına gelmeyen kalmadı... Uzun bir bölümle gecikmeyi telafi etmeye çalıştım umarım beğenirsiniz...;)
Destekleriniz için çok teşekkür ederim iyi ki varsınız.:)
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum düşüncelerinizi benimle paylaşın çünkü benim için çok önemli.
Yorumlarda görüşmek dileğiyle ♥
İlk yoruma ithaf var, duyduk duymadık demeyin📣
xdeliisnx ithaf edilmiştir:)
kitapsever2132 hikayesine bakmanız tavsiye edilir
Medya: Buğlem & Karahan
***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***
"İnanamıyorum! Resmen rezalet!" dedim öfkeyle solurken. Tabi ki rezalet olarak söz ettiğim şey kocamın kavgaya karışması değil, otelin o pisliği haklı bulmasıydı.
Daha doğrusu, Karahan, o çocuğun ağzını burnunu kırana kadar dövdüğü için haklıyken haksız duruma düştük. Bu arada o pisliğin çenesi çıkmış, otel müdürü de karşı taraf başını ağrıtmasın diye bizi şutlamaya karar verdi. Aman ne hoş!
Şuan daha dün akşam dizdiğim kıyafetleri valize dizmekle meşgulüm, gel de sinirlenme.
Ben kendi kendime sinirlenirken, Karahan, ağzını bile açmadan ufak tefek eşyalarımızı sağdan soldan toplamaya başladı. Aksi gibi, oteli bırak pansiyonlarda bile yer bulamadık, koskoca şehirde bir tane boş oda yok... Bizde şans olsa zaten tatilin ilk başında böyle bir münasebetsizle burun buruna gelmezdik.
"Her şey tamam mı?" dedi hala sertliğini koruyan sesiyle.
"Valiz tamam son defa etrafı kontrol edeyim çıkarız," dedikten sonra tüm odaları kontrol edip, hiç bir eşyamızın kalmadığına emin oldum. Güle oynaya geldiğimiz otelden suratımız sirke satarak çıktık.
Yaz ayları ve tatil sezonu olması dolayısıyla uçak seferlerinden yana da yüzümüz gülmedi, hiç bir firmada dönüş bileti bulamamak öfkemizi beş katlarken, otogarın yolunu tutmuştuk bile.
Tamı tamına yedi buçuk saat sürecek otobüs yolculuğunu düşündükçe daha çok gerildim. Tamam uzun yolculukları severim fakat tatilimizi bir güzel yaptıktan sonra kocamla uzun bir otobüs yolculuğu yapsaydım zerre içim acımazdı hatta çok mutlu bile olurdum, tatilimiz böyle sonlanmamalıydı...
Delim daha fazla delirmesin diye sustum yoksa ortalığı seve seve birbirine katardım, bende bilirim cazgırlık yapıp oteli birbirine katmayı ama rezilliğe gerek yok.
Otogara geldiğimizde otobüsün kalkmasına on dakikadan az zaman kaldığı için, Karahan valizi yerleştirirken bende büfeden bir iki şey aldım ve otobüse bindik. Yangından mal kaçırır gibi Ankara'ya geri döndüğümüze hala inanamıyorum, bu sabah otel de uyanıp havuz başında güneşleniyordum, şimdi otogardayım gerçekten süper!
Cam tarafındaki koltuğa oturduğumda kocamda hemen yanımda yerini aldı, başımı göğsüne yaslayıp, sakinleşmeye çalıştım ama ne fayda?
Ne diyelim belki de hayırlısı böyledir? Yarım saat sessiz sedasız birbirimize sarılı halde yol aldıktan sonra, sakinleşen kocam, "Film izlemek ister misin?" diye sordu.
Benimde canıma minnet, "Olur sevgilim, çok iyi olur hatta," dedim ve toparlandım.
Karahan'ın telefonunu taşınabilir wi-fi olarak kullanıp, bilgisayardan bir Hint filmi açıp izledik, tabi kulaklık kullanmayı da ihmal etmedik. Hintlilere özgü şarkılar ve danslarını izlemek içimi ferahlatmış, sakinleşmemi sağlamıştı.
İki buçuk saatin sonunda film bitmişti ki mola için dinlenme tesisinde durduk. "Gel kıymetlim, bir şeyler yiyelim," diyen kocama uyup peşine takıldım. Tabi çalınma durumuyla karşılaşmayalım diye, elektronik eşyalarımızı ve cüzdanlarımızı sırt çantama atıp, yanıma aldım, restoranlardan birine geçip siparişlerimizi verdik.
"Kusura bakma kıymetlim, benim yüzümden tatilimiz ne hale geldi," dedi son derece üzgün bir şekilde.
"Sen bir şey yapmadın ki, tüm suç o dengesiz herifindi ama otel müdürü bunu anlamamakta ısrar etti, neymiş efendim sen, adamın burnunu kırıp çenesini çıkarmışsın! Ay sanki haksızsın," dedim hızla.
"Ben o kadar sert davranmasam o it otelden gidecekti!" dedi kendi kendine sinirlenirken.
"Boş ver sevgilim, demek ki hayırlısı böyleymiş hem evimize gidip bir güzel dinleniriz, baş başa zaman geçiririz. En azından ilk günümüz güzel geçti, bu bir şey," dedim yandan gülüşle.
Derin bir nefes aldı tam konuşacaktı ki siparişlerimiz geldiği için sesini çıkarmadı, yemeğimizi yiyip bir güzel karnımızı doyurduktan sonra dinlenme tesisini gezip otobüsün yolunu tuttuk.
Aksi gibi, amcanın bir tanesi bizim yerimize boyluca yatıp uyuyakalmış, ne yapalım bizde en arka sıradaki boş koltuklara geçtik, böylece diğer insanlardan daha fazla soyutlanmış olduk. Zaten otobüsün arka koltukları boş olduğu için muavinde sorun yaratmadı.
Afyonkarahisar'a kadar kocamın telefonundaki müzikleri dinleyerek yolculuk yaptık, Afyondaki dinlenme tesislerinden birinde sadece ihtiyaç molası için durmak zorunda kaldık, teyzelerden biri torununun tuvaletinin geldiğini ve tutamayacak durumda olduğunu söyledi, otobüs içindeki tuvalette bozuk olduğu için zorunlu olarak dinlenme tesisine girdik.
Hazır Afyon'a kadar gelmişken, buraya özgü kaymaktan almayı da ihmal etmedik tabi.
On beş dakika da burada oyalanıp tekrar yola devam ettik, Ankara'ya varmamıza iki saat kala telefonların şarjı bitmiş, bizde bir hayli sıkılmıştık. Havada karardığı için dışarıyı bile izleyemedik, yol yorgunluğu ve atlattığımız sinir harbi nedeniyle birbirimize sarılıp uyuduk...
Baya mışıl mışıl uyuduk hem de... Öyle derin uyuduk ki otobüsün Ankara'ya geldiğini fark etmeyecek kadar derin uyuduk hem de. Öyle ki muavin başımıza gelip "Abi uyanmanız lazım, geldik," diyen sesiyle açtım gözlerimi.
Karahan uykulu sesiyle, "Sağ ol birader," dedi. Bizde toparlanıp eşyalarımızı aldık, otobüsten indiğimizde bizden başka kimsenin kalmamış olması gözümden kaçmadı, zifiri karanlıkta bagajda tek kalan valizimizi almıştık ki, buranın Aşti olmadığını fark etmemle tüm uykum açıldı.
"Oha!" demeden edemedim.
"Ne oldu güzelim?"
"Karahan, biz Ankara'da değiliz!" dedim şaşkınlıkla.
Muavin halimize bakıp, "Ankara'yı geçeli çok oldu abi," dedi ve otobüsün içine girdi.
Delim, şöyle bir etrafında dönüp, çevresini inceledi, "Has*ktir!" dedi bir elini saçlarının arasından geçirdi.
"Rize'ye gelmişiz!" dedi beni bozguna uğratan sesiyle.
İlk bir iki dakika ne demek istediğini anlamadım, o kadar yoldan sonra beynim bile çalışmaya ara vermiş gibiydi. Otobüs normalde Rize otobüsüydü fakat Ankara'da duraklarda biriydi bu nedenle otobüse binmeden sakınca görmemiştik. Şimdi biz son durağa kadar geldik mi?
"Nasıl yani?" derken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
"Şöyle ki karıcığım, günümüz daha ilginç olamazdı herhalde! Uyuyakaldığımız için Rize'ye kadar gelmişiz, olacak şey değil. Muavin bize neden haber vermedi?" diye sinirle solup elimi tuttu.
"Aşkım, hani amcanın biri bizim yerimizde uyuyakalmıştı ya bizde onu rahatsız etmemek için başka yere geçtik ya, belli ki muavinde ne olduğunu anlamamış. Olan oldu asıl sorun bundan sonra ne yapacağımız?" diye sordum. Bir yandan da etrafını inceledim, otobüs firmalarının bulunduğu otogar şu saatlerde hayli sessizdi.
"Önce, telefonları şarj edelim, sonra kuzenlerden birini ararım gelir bizi alır, bir saatte Trabzon'da oluruz merak etme," dese de hayli keyifsiz bir haldeydi.
Ankara'ya gidiyoruz diye Rize'ye kadar gel Allah'ım o kadar zaman nasıl uyuyakaldık?
Başa gelen çekilir diyerek, geldiğimiz firmanın yazanesine girip Karahan'ın telefonunun şarja taktık, sağ olsunlar izin verdiler, çay ikram ettiler. Meğer sabahın altısı olmuş, bizim dünyadan haberimiz olmamış. Telefon açılınca, delim, kuzenini aradı, dördüncü çalışta ancak cevap veren kuzenine güzelce saydırdıktan sonra, "Rize otogarındayız, hemen buraya uçuyorsun," dedi son derece otoriter bir tonla.
Karşı taraftan gelen sesi duymasam da kocamın yüzündeki memnun ifadeden kuzeninin olumlu yanıt verdiğini anladım.
"Eyvallah! Bekliyoruz," dedi ve telefonu kapattı.
Firma görevlilerinin ikramlarıyla kahvaltımızı yapmıştık ki Karahan'ın telefonu çaldı, "Fırat gelmiş kıymetlim," diyerek beni bilgilendirdi. Görevlilere teşekkür edip yazaneden çıktık. Bir balayı ancak bu kadar garip olabilirdi...
"Gel güzelim, şu tarafta," dedi yumuşak bir tonla.
Gösterdiği yöne bakınca, güler yüzüyle bize doğru gelen adamı gördüm, Karahan'ın boylarında onun aksine sarışındı ve sanki delime inat gibi otuz iki diş gülümsüyordu.
Tam karşımıza geldiğinde Karahan'a sarılıp, "Lan yoksa balayını benimle geçirmeye mi karar verdin?" dedi bariz bir şekilde alay ederken. Bir yandan da kahkaha atmayı ihmal etmedi.
"Zevzeklik yapma! Sinirim tepemde hırsını senden çıkarmayayım."
Fırat, gayet rahat bir tavırla, "Aman sanki ne dedim? Her zaman gel beklerim dedim hiç!" dedi keyifli sesiyle. Sonra bana dönüp bir kardeş edasıyla sarıldı ve doğrudan gözlerime Munzur ifadeyle bakıp, "Yenge hoş geldin, ne oldu bu yarmaya iki gün dayanamadın evine teslim etmeye mi geldin?" deyince ister istemez güldüm. Fırat'ın öyle bir enerjisi var ki ona bakan gülmeden edemiyor.
Tabi delim, onun alaylarına iyice sinirlenip, "Lan Fırat! Elimde kalacaksın haberin yok, biraz daha konuşmaya devam edersen ayağına taş bağlayıp denize atacağım bilesin," diyerek tehdit etmeyi ihmal etmedi.
"Karının yanında katil olamazsın yeme beni," dedi elini Karahan'ın omzuna atıp arabaya doğru çekiştirdi. Beyler öne oturunca bende arkaya oturdum, kocamın bir saat dediği yolu Fırat yarım saatte bitirdiği için ne kadar minnettar olduğumu anlatamam, zira oturmaktan bir taraflarım uyuşmuş durumda. Saatlerdir yollardayız artık fenalık geçireceğim.
Kocam arabadan inmeden hemen önce, "Bizi almaya geldiğinden halamın haberi var mı?" diye sordu.
Fırat'ta yandan bakış atıp, "Haberi yok, ben çıkarken ev halkı derin bir uykudaydı, büyük sürpriz olacak," dedi yüzünden eksik olmayan gülüşüyle.
Karahan'ın halasının evine gelmenin gerginliğiyle arabadan indim. Yeni yeni aydınlanan havanın el verdiğince etrafı inceledim, iki katlı yeşilliklerin içindeki ev, huzuru vurgular nitelikteydi, temiz havanın etkisiyle zihnimin yerine geldiğini hissediyorum.
Evin sağ tarafında ağaç dalına yapılmış salıncak çocukluğumu hatırlatırken, yüzümde oluşan tebessüme mani olamadım.
Ben etrafı incelemeye dalmışken, elimi tutan güçlü ve sıcak el sayesinde bakışlarını kocama çevirdim. Dün ne kadar kötü bir gün geçirmiş olsak da bugün kendimizi Trabzon'da bulduk. Garip ve kötü olan gün en sonunda, uyumamız kocamı güldürecek bir tesadüfü yaşamamızı sağladı.
Eğer dün o geri zekâlı yüzünden otelden atılmasaydık ve yolda uyuyakalmasaydık, bugün burada olmazdık. Allah bir kapıyı kapatırken bir başkasını açıyor... Nasılsa el öpmeye gelecektik biraz erken oldu, buna da şükür...
"Gel kıymetlim, içeri geçelim," dedi içimi ısıtan gülümsemesiyle.
Hafifçe kafamı sallayıp evin kapısına doğru ilerledim, daha biz kapıyı çalmadan açılan kapıya şaşırmaya fırsat bulamamıştım ki, kısa boylu tombik bir kadın anlamadığım bir kaç şey söyleyip, kocamın boynuna atlayıp sıkıca sarıldı.
"Hoş bulduk hala," diyen kocam, halasının elini öpünce bende kibar bir şekilde öptüm elini.
"Gülizar halanı, çatlatacağım ilk bana geldiniz, oh olsun ona da," diye keyifle söylenirken bizi kaşla göz arasında içeri aldı bile.
Köy evi ile daire arasında kalan ev, büyük ama şirindi. Salona geçtiğimizde tüm aile tarafından mutlulukla karşılandık, hoş geldin faslından sonra sedire oturduk. Sabahın sekizi olduğu için Nermin hala kahvaltı hazırlamak için kalkınca tereddüt etmeden peşine takıldım. Yeni gelmiş olabiliriz ama kadına yardım etmesem ayıp olur.
Mutfak geniş ve ferahtı, ocakta koca tencerede pişen sütün kokusu etrafa yayılmıştı.
"Hala yardım edebileceğim bir şey var mı?" diye sordum arkasından yanaştığım kadına.
"Eh elinden bir kuymak yesek fena olmaz kızım," dedi yandan bakışlar atarken. Bir çırpıda malzemeleri çıkarıp önüme koydu, "Hala, ben kuymak yapmayı bilmiyorum ki," dedim biraz çekinerek.
"Başımıza taşlar yağacak! Kuymak yapmayı bilmeyen Karadeniz gelini mi olurmuş? Hele içerdeki yiğit, kuymağı bu kadar severken..." dedi yüzündeki tatlı gülüş olmasa beni azarladığını düşünürdüm.
"Hala, sen öğretsen olmaz mı?"
"Olmaz da geçer bile, ocağın başına geç bakalım," dedi başladı anlatmaya.
İnce ayrıntısına ve püf noktalarına kadar anlattıktan sonra ben de sıvadım kolları. Halanın anlattıklarına dikkat ederek kuymağı yaptığımda tavada gördüğüm görüntü hayli hoşuma gitti. Nermin halanın kızı olmadığı için genelde sofrayı hazırlanmasına oğulları yardım ediyormuş ama bu sefer ben yaptım ve çokta eğlendim...
Yer sofrasını hazırladığımızda tüm ev halkı sofranın başına geçti. Karahan'la yan yana oturduk diğer yanımda da Nermin hala vardı. Nermin halayı çok sevdim, öyle içten ve sevimli bir kadın ki anlatamam.
Dursun enişte, kuymaktan yedikten sonra, "Vallahi hatun eline sağlık," dedi memnun bir ifadeyle.
"Afiyet olsun, her zaman yaptığım şey sen de abartma," dedi gayet rahat bir tavırla. Nermin halada çaktırmadan beni dürttü, sesini çıkarma dercesine. Ona dönünce belli belirsiz göz kırpınca tebessüm edip önüme döndüm. Köy peynirinden, dağ balına kadar her şey olduğu için katkısız kahvaltının keyfini çıkardım. Daha önce kahvaltı yapmış olmamız bu güzelim şeyleri yememe engel olmadı o kadar lezzetliydi ki her şey şişene kadar yedim.
Kendi yaptığım kuymağın tadına baktığımda memnun bir şekilde gülmeden edemedim. Zeynep annenin ki kadar güzel olmasa da tadı gayet iyiydi.
Yandan bakışlarla kocamı izledim, kuymağı afiyetle yedi hatta, Fırat Murat ve Karahan arasında kuymağın dibini kim sıyıracak konulu bir tartışma bile geçti, Ankara'ya döndüğümüzde kocama güzel bir sürpriz yapabilirim.
Sorunsuz hatta keyifle geçen kahvaltıdan sonra Nermin halayla birlikte sofrayı topladık, onun bir şey demesine fırsat vermeden bulaşıkları yıkadım ve her hareketimi ilgiyle izleyen kadına döndüm.
"Hala, yapılacak bir şey var mı?" yüzümden eksik olmayan tebessümle.
"Ah bir kek olsa da yesek..." dedi hülyalı bakışlar atarken. Salınarak çıktı mutfaktan. Hani ne yaparsan yap, mutfak sana ait der gibi bir havası vardı. Şöyle bir etrafı kontrol ettim ama fırını bulamadım, mikser de yok, eh yapacak bir şey de yok. Ellerimi güzelce yıkayıp kollarımı sıvadım.
Dolaptan yumurta alıp derin bir kaba üç tane kırdım, tezgahın üzerinde duran şekeri de ölçülü miktarda koyup çatalla elimden geldiğince çırptım, eskiden mikser mi vardı canım...
Dolapların birinde bulduğum un ve zeytin yağ ile kekimi harcını güzelce hazırladım, hatta çekmecelerin birinde kabartma tozu ve vanilya bile buldum.
Fırın olmadığı için, keki pratik bir fikirle teflon tencerede yapmaya karar verdim. Kek harcını tencereye döktükten sonra ocağa koydum, sonra aklıma gelen fikirle kek değil de pasta yapmaya karar verdim. Ocaktan yeni alınan kaynamış süte dokunmayıp dolaptaki sütten bir litre kadar aldıktan sonra, mısır nişastası ve şekerle, vanilyalı krema yaptım, o zamana kadar pişen keki düz bir tabağa alıp yatan bir biçimde iki parçaya ayırdım. Güzelce kremaladıktan sonra buzluğa attım, etrafı toparlayana kadar hızla soğurdu. Pasta biraz dinlenirken bende hızlıca çay demledim, tüm bunlar bitene kadar ne hala ne de kocam bir kez olsun mutfağa gelmedi. O tatlı kadın sanırım işin içinden çıkıp çıkamayacağını anlamaya çalışıyor...
Çayları doldurup, ev ahalisinin oturduğu bahçeye çıktım, güneşli havada bahçedeki çardağa oturmuş keyifle sohbet ediyorlardı, çayları ikram ettikten sonra tepsiyi alıp mutfağa geçtim, pastayı kesip tabaklara paylaştırdıktan sonra tabakları alıp tekrar bahçeye geçtim.
Nermin halanın şaşkın bakışları arasında tabakları servis ettikten sonra kocamın yanına oturdum, Nermin hala doğrudan bana bakıp, "İnşallah, yeni kaynattığım sütün kaymağını bozmamışsındır kızım," dedi altan imayla. Hoş yeni kaynattığı sütü kullanmış olsam bile kızacak havası yoktu ya neyse.
"Sütü dolaptan aldım Hala, merak etme," dedim gülerken. Kendi tabağımdaki pastaya dokunmadan ev ahalisinin tepkilerini inceledim, enişte iki lokmada pastayı bitirince şaşkınlıkla bakıp ikinci tabağı getirdim. "Eline sağlık kızım," diyen enişteye teşekkür edip önüme döndüm.
Fırat, bir yandan pastadan yiyip diğer yandan bana döndü, "Eline sağlık yenge, bu yarma senin yanında bir sene kalsın kendini ikiye katlar," dedi kahkaha atarken.
Tebessüm etsem de sesimi çıkarmadım, çayları tazeleme bahanesiyle mutfağa kaçtım o sırada Karahan Fırat'ı paylıyordu.
Tüm aile keyifle güzel bir gün geçirdik ve günün sonunda kendimi halanın yananında yatarken buldum.
Normalde kocamla birlikte kalırım sanıyordum ama Nermin hala hiç çekinmeden, "Siz şimdi rahat durmazsınız daha dün bir bugün iki... O yüzden Buğlem kızım benimle kalacak, yorgan çarşaf yıkayacak halim yok," deyince yer yarılsa da içine girsem dedim. Enişte karısının tepkisine keyifle gülerken Karahan beni şaşırtan bir şekilde, "Hala ayıp oluyor, utandırma karımı," deyip beni kendine doğru çekti ve eli omzuma attı.
"Sus bakayım hergele sende! Sen Fırat ve Murat'la aynı odada kalacaksın, ben de Buğlem kızımla arka odada kalacağım işte o kadar," dedi itiraz kabul etmeyen sesiyle. Bende daha fazla bu konu konuşulmasın diye ağzımı açıp tek kelime söylemedim. Şuan Nermin halayla aynı yatakta yatıyorum, balayım bu kadar garip olamazdı herhalde?
Sabah namazına kalkan Nermin hala beni de kaldırıp birlikte namaz kılmamızı sağladı, tabi ki bu durumdan hiç şikayetçi değilim.
Asıl şaşkınlığımı sabahın yedi buçuğunda mutfağa girince yaşadım, Nermin hala hamur yoğurmamı istedi, köy ekmeği gibi bir şey yapacakmış da bileği ağrıyormuş... Ay sanki ben de bunu yedim. Uyanık hala, becerikli olup olmadığımı anlamaya çalışıyor, saçlarım hamura girmesin diye bir yazma bağlayıp, halanın istediği her şeyi yaptım.
Şömine benzeri olan ocak yandığında zaten sıcak olan mutfak, cehennem ateşine döndü. Kül üzerinde yapılan minik ekmekler bittiğinde beyler çoktan kalkmıştı, hatta Murat sofrayı kurmamıza bile yardım etti.
Sofraya oturana kadar kocamı görmemiş olsam da bunu dert etmedim, sağ olsun Nermin hala düşünmeme bir dakika izin vermedi.
"Kızım, taze süt sağmak lazım," deyince gözlerimin kocaman açıldığını hissettim.
"Bakkal falan yok mu, ben bir koşu gider alırım hala, pastörize süt iyi olur," dediğimi zar zor hatırlıyorum.
Şaşkın halime karnını tutarak gülen halaya bakakaldım.
"Korkma kızım şaka yaptım."
"İlahi hala, aklımı aldın ya..."
"Merak etme bizim ineğimiz yok, hadi şu ekmekleri sofraya götür bende geliyorum," dedi anlayışla bakarken.
Sıcacık ekmekleri aldığım gibi sofraya geçtim ve kocamın yamacına oturdum, tabi üzerindeki kıyafetler nedeniyle şaşkınlıkla kalakalan kocamdan bir haberim.
Kıyafetlerim kirlenmesin diye Nermin halanın zoruyla giydiğim şalvar, bol tişört ve başımdaki yazmayla beni tanıyamadı sanırım.
"Buğlem," dedi üzerime diktiği gözlerini hissederken.
"Kocacığım?" dedi ve ona döndüm.
Gözlerini kırpıştırarak baktıktan sonra sofrada olanları bile umursamadan burnumun ucundan öptü, Fırat'ın yalancı öksürüğü ile utanıp bakışlarımı kaçırdım.
Nermin hala da yanıma oturunca sessizce kahvaltımızı yaptık, ekmekler inanılmaz lezzetli olmuştu ve yapılanın hepsi bir öğünde bitti.
Sofrayı kaldırmış bulaşıkları yıkamaya hazırlanıyordum ki belime sarılan kollarla derin bir nefes aldım.
"Karahan, Nermin hala gelecek, sonra dilinden kurtulamayacağız, utanıyorum," derken kocamın ellerinden kurtulmaya çalıştım ama boşuna verilen bir çaba oldu.
Dudaklarını boynuma getirip büyük bir açlıkla öptükten sonra telefonunu çıkarıp öz çekim yapmamızı sağladı.
Fotoğraftaki halime şaşkınlıkla baktım, alnımda ve yanağımdaki un, başımdaki yazmadan çıkan bir kaç tel saçla, karşımda ikinci bir Buğlem vardı sanki.
"O kadar muhteşemsin ki," dedi ve sırtımı duvara yaslayıp dudaklarımızı birleştirirken. Dudaklarımın üzerinde gezinen dilini hisseden kadar kendimi kocamın büyüsüne kaptırmıştım ki ayak seslerini duyar duymaz sağ sola kaçamayacağım için, hızla aşağı eğildim. Tepkime kızan kocamın hırıltısını duymazdan gelip, yerde bir şey arıyor havasına büründüm, yoksa Nermin halaya fena yakalanacaktık.
"Kızım ne arıyorsun yerde?"
"Şey hala, küpem düştü sandım düşmemiş."
"İyi bakalım. Karahan, oğlum seni de Fırat çağırıyordu."
Karahan bir bana bir de halasına bakıp mutfaktan çıktı.
Öğlen yemeğine kadar sohbet edildi, eski anılar anlatıldı, keyifli zaman geçirdik.
Karahan çay bardağını masaya bırakıp, "Biz ardık, babaannemlere geçelim, geldiğimizi duymuşlardır, baya kızacaklar," dedi.
Nermin halada, "Olmaz bırakmam, bir kaç gün daha kalın gidersiniz," dedi itiraz ederek.
"Başka zaman artık hala, babaannemi en iyi sen bilirsin, ihmale gelmez, biz onların yanına gidelim."
Nermin hala hiç istemese de kabul etmek zorunda kaldı, öğlen yemeğinden sonra onlara veda edip babaannenin evine geçtik. On dakikalık yürüme mesafesinde olduğu için geze geze gittik.
Babaannenin evi iki katlı, bahçe içinde büyük bir evdi. Kapıyı tıklattık bir kaç dakika sonra Zeynep annenin evinde gördüğüm tonton nine kapıyı açtı, bizi görünce de, surat asıp, "Zahmet edip gelmeseydiniz," dedi bir hışım..
"Aşk olsun babaanne, bizi eve almayacak mısın?" deyip kısacık kadına sarılıp yanaklarını öptü. Yaşlı kadın gözlerini devirip Karahan'a içeri geçmesi için işaret verince bende kadının yanına gidip elini öptüm hafifçe burun büküp içeriği gösterdi.
Tertipli düzenli evi göz ucuyla inceledim, evin içindeki koltuk takımı ve küçük ekran televizyonla gayet güzel görünüyordu. Tekli koltukta oturan dedenin elini öptükten sonra koltuğa oturduk.
"Koca oğlan oldun, hala ilk kime gideceğini bilmiyor musun be oğlum?" babaanne söylenmeye başlayınca Karahan kocaman gülümseyip, "Babaanne ne desen haklısın ama Rize de otogarda kalınca Fırat'ı aradım, sabah ezanından sonra girdik eve, sizi korkutmayalım diye halamlara geçtik. Hem o kadar gitmişken kalmadan gelmek olmazdı, üstelik kıskandığın kişi de senin öz kızın Nermin halam duymasın..." dedi oyunbaz bir sesle.
"Deli uşak sende! Babaanneni tehdit etmeye utanmıyor musun?"
Karahan bir süre sonra babaannesinin gönlünü aldı, akşam yemeği vakti yaklaşınca hiç sesimi çıkarmadan mutfağa geçtim, yaşlı kadının bize yemek hazırlamasını bekleyecek değilim. Hoş onlardan da bir tepki göremedim, 'Kızım yemek hazırla,' diyen bile olmadı.
Ellerimi yıkayıp buzdolabını karıştırdım ama yemek namına hiç bir şey yoktu kahvaltılıkta koyamayacağım için Nermin halanın öğrettiği yemekleri yapmaya koyuldum.
Bir ocağı açmak için tam on dakika harcadıktan sonra, deli gönül dörtlü ocağı camdan aşağı fırlat dedi. Meğerse tüp kapalıymış, ev doğalgazlı olmadığı için bunu tahmin etmem gerekirdi. Tüpü açtıktan sonra derin bir nefes koy verdim.
Kırmızı mercimek çorbası bir yanda olurken hızlıca dolapta bulduğum karalahanayı sardım, Allah için Karahan da bir kez olsun yanıma gelip yardıma ihtiyacın var mı diye sormadı ama bunun acısını fena çıkarırım. İki gündür beni kendi halime bırakıyor...
Karalahana sarması bitince pırasa yemeği yaptım, dolaptaki sütü görünce de Nermin halanın taktiğiyle sütlaç yaptım, tüm bunları yapmam üç saatten fazla sürmüş akşamın sekizi olmuştu.
Salonun ortasında bulunan masayı hazırlamıştım ki kapı çaldı, mutfaktan çıkarılan babaanneyle karşılaştım, "Kızım kapıya bakıver sana zahmet," dedi. "Tabi bakarım," deyip hızlandırmak, solandan geçerken kocam gözüme takıldı, dedesiyle sohbet ettiğini görünce tepe tüylerim ayağa kalktı.
Kapıyı açtığımda Zeynep Anne ve Ercan babayı görünce nasıl sevindim anlatamam, "Hoş geldiniz," deyip içeri bile buyur etmeden kapıda ellerini öptüm.
"Hoş bulduk kızım, dün Nermin arayıp burada olduğunuzu söyleyince atlayıp geldik."
"Çok iyi yapmışsınız Kumru nerede o yok mu?"
"Dershanesi olduğu için gelmedi, biz dönene kadar sizde kalacak," dedi içeri geçerken.
"Ne iyi olmuş, bizimkilere de değişiklik olur."
Zeynep anne ve Ercan baba içeri geçince, tüm aile kucaklaşıp hasret giderdi. Bende mutfağa geçip hızlıca yemekleri servis ettim.
Yemek boyu da bir kez olsun Karahan'a bakmadım, pis insan bir gelir karısına bakar öldü mü kaldı mı bir merak eder... Zaten heyecandan panik olmuş durumdayım, hiç bir şeyin yerini bilmiyorum...
İsmail dede, yemekten sonra, "Eline sağlık kızım," deyince gülerek teşekkür ettim.
Zeynep annenin memnun bakışları beni bulduğunda kızından gurur duyan anne edasıyla gülümsedi.
Tatlılar yendikten sonra çayları ikram edip mutfağı topladım ve Karahan'dan uzak bir köşeye oturdum. Sen ben mutfakta cebelleşirken yanıma gelmezsen, ben senin yanına neden oturayım değil mi?
Karahan bir terslik olduğunu fark etmiş olacak ki sohbete dahil olsa da gözlerini bir an benden ayırmadı, baktığını hissetmiş olmama rağmen ondan tarafa bir kez bile bakmadım. Ercan babanın çayını tazelemek için mutfağa geçtiğimde, Karahan da bardağını kaptığı gibi mutfağa girdi.
"Getir bardağını, hazır elimdeyken ona da çay doldurayım."
"Kıymetlim, bir sorun mu var?" dedi endişeli sesiyle.
Yok canım ne sorunu olacak, sadece ikidir hiç bilmediğim evlerde bir başıma kalıyorum.
Ona dönmeden, "Sorun falan yok. Bardağını uzatmıyorsan ben Ercan babanın çayını götüreyim," dedim konuyu değiştirip. Kolumu tutmasına izin vermeden çay bardağını aldığım gibi salona geçtim, tek kişilik koltuklardan birine oturdum.
Gecenin on ikisine kadar sohbet muhabbet derken yatağın yolunu zor bulduk. Zeynep anne, her yaz buraya gelip kaldıkları için kendi evi kadar rahattı, bizim için bir oda hazırladı. Odaya girdiğimde kenarda duran valizin yanına geçtim ve giyebileceğim uygun bir gecelik aradım ama tabi ki saten geceliklerin içinde öyle bir şansım yoktu. Bu valiz aile ziyareti için hazırlanmadı ki balayı için hazırlandı, pamuklu pijama olsa garip olurdu.
Altıma penye şortlardan birini geçirip üzerimde kocamın bol tişörtlerinden birini giydim, Zeynep anne uyandırmak için odaya girer dikkatli olmakta fayda var.
Tam yatağa yatmıştım ki Karahan odaya girdi, doğruca karşıma dikildi, yüzünde kızgın ve endişeli bir ifadeyle. "Davranışının nedenini açıklayacak mısın güzelim?" dedi sakin tutmak için uğraş verdiği sesiyle.
"Yok bir şey dedim ya, ışığı kapat da yatalım yarın erken kalkmamız gerekecek."
Derin bir nefes alıp kapıyı kilitledi, üzerindeki kıyafetlerini çıkarıp sadece iç çamaşırıyla kaldı, ışığı kapatıp yattı ama ona sığınmak gibi bir hamlede bulunmadım.
Beni bir hamlede göğsüne çekince gitmemek için direnmedim, başımı göğsüne yaslayıp uyumaya çalıştım.
"Neden sinirlendin? Bilmeden seni kıracak bir şey mi söyledim?"
"Hayır."
"O zaman güzel gözlerini neden benden sakınıyorsun? Ne yemekte ne de otururken bir kez olsun bakmadın, seni omzuma atıp ilk bulduğum boş odaya çıkarmamak için ne kadar uğraş verdim biliyor musun?" dedi sert bir tavırla.
"Sana baktığımda kızgınlığımı unutup boynuna atlamak istediğim için bakmadım, şimdi uyuyabilir miyiz?" Bir hamlede üzerime çıkıp, odaya yansıyan ayın ışığında gözlerime baktı, "Neden kızgın olduğunu söylemezsen sabaha kadar uyumana müsaade etmem."
"Karahan, oyun oynayacak havada değilim, yorgunum izin verirsen uyumak istiyorum," dediğimde bu derece soğuk çıkan sesim, beni bile ürperti. Karahan'ın ise yüzü şekilden şekle girdi.
Soğuk tavrım onda nasıl bir etki bıraktığını anlamaya çalışırken dudaklarımda yumuşak bir baskı hissetsem de karşılık vermeden geri çekilmesini bekledim. Ben karşılık vermedikçe sertleşen öpücüğü irademi kırmak üzereyken alnını alnıma yaslayıp nefesini düzene sokmaya çalıştı. Verdiği her soluk yüzümü yakıp geçerken dünü ve bugünü düşünmeye zorladım kendimi.
"Küstün mü?" diye sordu endişesini hissettiğim sesiyle.
"Çocuk değilim küsmedim, sadece kızdım."
"Neden?" dedi yalvarırcasına...
Altından kurtulmak için kıpırdandım ama nafile bir çaba oldu en sonunda pes ettim.
"Ben bu eve kaç kez geldim?" diye sordum birden.
"İlk kez," derken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu, meraklı gözleri üzerimde gezindi.
"Nermin halanın evine kaç kez gittim?"
"Bir kez," dedi tek nefeste.
Şu dakikadan sonra beni kimse susturamaz, açtım ağzımı yumdum gözüm, bir konuşmaya başladıysam son kelimeme kadar nefes bile almadım, "Peki çok merak ediyorum, ben onca işle uğraşırken neden yanıma gelmedin? Senden ekstrem bir şey istemiyorum, hiç bilmediğim evde dımdızlak ortada kaldım, sende, bir kez olsun yanıma gelmedin. Hadi halanın evini geç, bana mutfaktaki pek çok şeyin yerini gösterdi ama burada, 'Kalk yemek hazırla,' diyen bile olmadı. Saat dört buçukta mutfağa girdim, üç buçuk saat ortada yoktum, insan bir merak eder, 'Acaba bir şeye ihtiyacı var mı? Ocağı yakabildi mi? Çakmağı buldu mu?' diye düşünür. Her şeyi geçtim, 'Babaannem ve dedem tansiyon hastası yemekler tuz atma veya onlar şeker hastası tatlı yapma, çaylarını demli içerler çayı çok at...' gibi bir şey söylemek için bile gelmedin! Uyuz ettin beni, uyuz! İki elim bir pabuca girmişken gelip bir salata yapsaydın ölür müydün? Evde her şeyi yap ama en çok ihtiyacım olduğunda yanıma uğrak verme! Seni boğsam ceza indirimi bile alırım. Bir de ne oldu, neden kızdın diye sormuyor musun o dilini ısırıp kopartmak istiyorum!"
İçimi döktüğümde öyle bir rahatladım ki anlatamam...
Tüm bunların üzerine ne dese beğenirsiniz...
Allah'tan 'Çağırmadın ki,' deyip sinir krizi geçirmeme neden olmadı.
"Babaannem mutfağın kapısından seni izledi, içeri girmeme de izin vermedi. Kendi evine alışman gerekiyormuş, vallahi ben kaç kez yanına gitmeye çalıştım dedem şahit, 'İçeri girersen hakkımı helal etmem, kızımı rahat bırak,' deyince mecbur oturdum kaldım," diyerek ağzımı açık bıraktı.
"İyi ama neden?"
"Sabrını sınamak baya hoşuna gitti, hele sen ocağı yakamayınca bir keyiflendi ki anlatamam. Zamanında anneme neler yapmış neler," dediğinde gözlerinde gördüğüm ışıltıdan son derece ciddi olduğunu anladım.
"Ama ben de bunun hesabını Sultan babaanneye sormasam... Zeynep annemin intikamını bile alacağım..." dedim kararlılıkla solurken.
Karahan kocaman gülüp, "Madem aramızdaki meseleyi gün ağarmadan tatlıya bağladık, diyorum ki güzeller güzelli karım, dilimi, dişleriyle koparma çalışmalarına başlasa mı?" dedi tüm sinirimi unutturacak bir tonla.
"Saçmalama istersen kocacığım, az ileri ki odada babaannen ve deden yatıyor."
"Onların kulakları ağır işitiyor top paylaşan duymazlar," dedi yanağından başlayarak öpücüklerini sıralamaya başladı. Dudakları giderek aşağılara inerken bir panikle saçlarından tutup hareketini engellemeye çalıştım.
"Karahan, delirme! Annenler tam karşımızdaki odada kalıyorlar, usludur," dedim bir hışımla itiraz ederken.
Başını kaldırıp gözlerimizi birleştirdi, yüzündeki iflah olmaz gülüş, boşuna çırpındığımı vurgular nitelikteydi, içimi ısıtan ve kalbimi tekleten gülüşünü gönderip, "Birincisi kıymetlim, ben zaten deliyim hem de bizzat sana deliyim. İkincisi karıcığım, annemler bir şey diyemezler, torun istemeyi biliyorlar hem torun bakışarak yapılmıyor değil mi?" dedikten sonra dudaklarını tam karnımın üzerine bastırdığında çoktan yelkenleri suya indirmiştim...
"Edepsiz delim..."
"İnsanın karısı bu kadar güzel olursa edepsiz olması kaçınılmaz oluyor kıymetlim," dedi ve dudaklarına konuşmamı engelledi...
****
Yeni bölüm Allah'ın izniyle 360 yorum sonra Çarşamba günü gelecek canlarım benim.
Gelecek bölümde neler olacak dersiniz?
Neler olsun istersiniz?
Babaanne ve Buğlem'in tatlı atışmalarında neyi okumak istersiniz?
Yakında bir bomba patlayacak şimdiden haberiniz olsun ;)
Sizi seviyorum.
Elif Diril.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEK KIYMETLİM
Romance(Pek Kıymetlim adı ve konusu bakımından ilk kitaptır.) Aşkın en "Deli" hali... O akşama kadar gerçekten çok mutluydum, okulumu bitirip evime dönmüştüm ve düşünmemi gerektirecek hiç bir derdim yoktu. Şey demişti Ercan amca, "Senin kızın olmasaydı, be...