dört - yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir

353 54 23
                                    

dört | yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir.

peter hayatında kendini hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. içini bir ürperti sardı ve kendini sakinleştirmeye çalıştı. wade'i ve babasını bulmalıydı. wade'in telefonuna birçok mesaj bırakmıştı; wade onu mutlaka arardı. bu sabah işinden ayrılmış olması gerçekten şaşırtıcıydı ve peter midesinin rahatsız edici bir hisle kasıldığını hissediyordu. sana bir not bırakıp gitti, işinden ayrıldı, belki de seni bir daha görmek istemiyor. peter bu ihtimali düşünmek bile istemiyordu. bu yüzden dikkatini babasını bulmaya verdi. babasının, küçük ve muntazam el yazısıyla yazılmış olan seyahat programı, her zamanki yerinde, buzdolabının kapağında değildi ama peter onu ikiye katlanmış bir şekilde ev telefonunun altında buldu. seyahat planında, sidney'deki blaisdell oteli'nin telefon numarası yazmaktaydı.

"bruce parker'ın odasını bağlar mısınız, lütfen." dedi peter, resepsiyon görevlisine.

gece nöbetçisi—sidney saatiyle neredeyse sabahın dördüydü— anlayışla fakat biraz sertçe bir yanıt verdi. "üzgünüm, bayım, ancak o isimde bir müşterimiz yok."

"lütfen bir daha kontrol edin. p–a–r–k–e–r. belki yanlış kayıt etmişlerdir. soyadı bruce olarak bakın bir de."

sessizlik. "çok üzgünüm bayım, otelimizde bruce parker adında biri kalmıyor."

"teşekkür ederim." peter telefonu kapattı. stephen'a baktı. "kalması gereken otelde değil. hiç anlayamıyorum."

stephen seyahat planını eline aldı. "babanızı birlikte bulalım, peter. hafızanız hâlâ tazeyken önce ifadenizi ve eşkallerin tariflerini alalım."

hafızanız tazeyken. sanki olan biteni unutabilirmişim gibi, diye düşündü peter. polis arabası evinden uzaklaşırken, peter arkasına yaslandı ve arka camdan yukarı, duman rengi bulutlara baktı. başı, mantık ve duygu arasındaki tuhaf bir dansın içinde, panik hâlinde fırıl fırıl dönüyordu. geceyi nerede geçireceğini düşündü. bir otelde. annesiyle babasının arkadaşlarını araması gerekecekti. polisin otopsi yapmasının ne kadar süreceğini düşündü. annesinin cenaze töreninin hangi kilisede yapılacağını düşündü. annesinin nasıl hissettiğini düşündü. eğer hissettiyse. acı çektiyse. korktuysa. en kötüsü de buydu. belki de katiller arkasından gelmişlerdi, tıpkı peter'a yaptıkları gibi. peter annesinin hiçbir şey hissetmemiş olmasını diledi, kalbinin yenik düştüğü o zifiri karanlık, dehşet halini hiç yaşamamış olmasını istedi.

gözlerini kapadı. yaşadığı şokun ve acının etkisinden kurtularak mantığını korumaya çalıştı. aksi halde tamamen aklını yitireceğini hissediyordu. harekete geçmek için bir plana ihtiyacı vardı. ilk önce babasını bulacaktı. babasının yerel müşterileriyle iletişime geçecek, avustralya'da kimin için çalıştığını bilip bilmediklerini öğrenecekti. sonra wade'i bulacaktı. ve sonra... alt dudağını diliyle ıslattı. sonra, annesinin ölmesini kimin istemiş olabileceğine dair mantıklı bir açıklama getirecekti.

iyi ama senin bilgisayarına baktılar. ya bütün bunlar annenle ilgili değilse? ya seninle ilgiliyse? bu düşünce kanını dondurdu, bir buruşmayla kalbini paramparça etti, öfkeden deliye döndürdü.

ilk 911'i aramasına karşılık vermiş olan devriye polis memuru tarafından kullanılan polis arabası, ön koltukta oturan stephen'la birlikte parker'ların bungalov tarzı düzenlenmiş olan sessiz sakin mahallesinden çıkıp, akbank bulvarı'na doğru ilerledi. burası, merkezle kuzey arasında yılan gibi kıvrılarak giden upuzun bir bulvardı.

"bu sahneyi kurgulamışlardı." dedi peter, yarı yarıyla kendi kendine konuşuyor gibiydi.

"ne dedin?" diye sordu stephen.

"kurgulanmıştı. yani katiller annemi öldürdüler ve daha sonra beni asarak intihar süsü vermeye çalıştılar. böylece siz benim annemi öldürdükten sonra kendimi öldürdüğümü düşünecektiniz."

"mutlaka görünenin ötesinde bir şeyler bulmaya çalışırdık." dedi stephen.

"evet ama ilk ve en bariz teori olacaktı."

peter'ın telefonu çaldı. telefona cevap verdi. "peter?" arayan wade'di.

"wade, şükürler olsun, sana ulaşmaya çalışıyordum—"

"dinle. tehlikedesin. çok ciddi bir tehlikedesin. anneni de alıp albany'ye gelmelisin. hemen."

"annem öldü, wade. annem öldü."

"peter. ah, olamaz. neredesin?"

"polislerleyim."

"iyi. bu iyi. onlardan ayrılma. çok üzgünüm, sevgilim. çok üzgünüm."

"ne tehlikesinden bahsediyorsun?" peter'ın kulaklarında wade'in ilk sözleri yankılanmıştı bir anda. "bütün bu olanlardan senin nasıl haberin var?"

aniden mavi bir ford sedan onları sollayıp önlerine geçti ve yollarını keserek polis arabasını muntazamca biçilmiş olan çimenlerin üzerine sürükledi. mavi sedan biraz sürüklenerek durdu. stephen aniden fren yapan aracın etkisiyle ön cama doğru fırladı ve "lanet olsun." diye bağırdı. peter'ın emniyet kemeri takılı değildi ve o da ön koltuğun arkasına çarptı. cep telefonu elinden düştü.

başını kaldırıp ön cama doğru baktı. stephen'ın küfürler yağdırdığını duyabiliyordu. devriye polisi de şoför tarafındaki kapıyı açmış, dışarı çıkmaya çalışıyordu.

arabanın ön camının ilerisinde güneş gözlüklü adam mavi ford'dan dışarı çıkmış, elinde bir silah tutuyordu. silahını peter'a doğrulttu.

bölüm kısa oldu ama olsun sonrakinde telafi ederim

tut elimi anksiyetem

 паника - spideypool Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin