❧49. BÖLÜM❧

38.1K 2.2K 620
                                    

Merhabalar iyi akşamlar, nasılsınız bakalım?

Uzun bir bölüm oldu umarım beğenirsiniz.

Destekleriniz için teşekkür ederim, iyi ki varsınız.:)

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum düşüncelerinizi paylaşın çünkü benim için önemli.;)

Yorumlarda görüşmek dileğiyle ♥

İlk yoruma ithaf var📣

kahvekolik_hekim ithaf edilmiştir:)

Medya: Buğlem

***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***

Salonun kapısından içeri girdiğimde gördüğüm manzara nedeniyle donakaldım, nefes alamadım.
Dudaklarımdan firar eden çığlıkla, dizlerimin bağı çözüldü kendimi bir anda yerde buldum...
Salonun ortasında gördüğüm manzara nefesimi keserken güç bela ayağa kalktım, “Kumru?” dedim korkuyla.

Üzeri başı kan içinde olan ve salonun ortasında bir sandalyeye bağlı olan Kumru’yu gördükçe kalbim acıyla çarptı, nefes alamadım. Ayağa kalktığım gibi Kumrunun yayına gidip, el ve ayak bileklerindeki ipi, titreyen ellerimle çözdüm. Zorlanmadan bileklerinin etrafı yüzülmüştü, korka korka nefesini dinledim nabzını kontrol ettim.
Bakışlarım bulanıklaşınca anladım ağladığımı, “Kumru, iyi misin? Aç gözlerini yalvarırım...” desem de gözüne aldığı yumruk nedeniyle şişip kapanan gözünü açabileceğini hiç sanmıyorum.
Eğer dünden beri bu haldeyse susamıştır değil mi? Belki su içerse kendine gelir diye düşünmeden edemedim. Kendinde olmadığı için yana doğru düşen başını ellerimle tutup, bedenini kontrol ettim ama neresine baktığımdan bile emin değilim, hıçkırıklarım birbiri ardına dudaklarımdan çıkarken, gözle görünen bir kırık olmadığı için Kumru’yu yavaşça ve boynunu oynatmadan yere yatırdım ve hemen yere düşen çantamı alıp, içinden suyu çıkardım. Ağız içinde her hangi bir yabancı cisim olmadığına emin olduktan sonra suyu içmesini sağladım. Kuruyan dudakları ıslanınca sanki daha canlı göründü gözüme.

Açıkta kalan kanayıp kanamadığını anlayamadığım yarasını, masa örtüsüyle iyice sardıktan sonra telefona sarılıp acil servisi aradım ve evin adresini verip Kumru’nun durumunu anlatmaya çalıştım. Ağlamam ve titreyen sesim pek yardımcı olmadı tabi.
Acil servisle görüşmem bittiğinde kocamı aradım, bir kaç kez çalmasına rağmen telefonu açmadı, Ercan babayı aradım hemen cevap verdi.
“Buyur kızım,” dedi ama sesi perişan...
“Baba...” dedim ve bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan, Kumru bu haldeyse kim bilir Beril...
“Ne oldu Buğlem!” dedi bir panikle.
“Kumru’yu buldum...” dedim ağlaya ağlaya.
Ercan babanın sesi kesildi... Bana asırlar gibi gelen bir dakikanın sonunda, “Eve gelin, biz oradayız,” dedim karşıdan gelen tek ses, “Hemen eve gidiyoruz,” oldu.
Kumru buradaysa belki Beril’de buradadır diye kimse gelmeden tüm evin odalarını ve banyolarını gezdim, tek bir şey bulamadım.
Kumru’nun yanına tekrar döndüğümde sayıklamaya başladığını duydum.
“Götürmeyin...” diyordu. Kimi götürdüler? Sorusunu soramadım bile, cevap belli, kardeşim...
“Kumru, aç gözlerini ne olur?” dedim ağlamaklı sesimle. “Götürmeyin...” dedi tekrar güçsüz çıkan cılız bir sesle.

Ne kadar ağladım bilmiyorum ama kapının hızlı hızlı tıklanmasının hemen ardından, ambulansla siren sesleri geldi kulağıma, kapıya kadar nasıl gittim ve kapıyı nasıl açtım hatırlamıyorum bile.
Ercan baba girdi görüş alanıma, “İyi mi?” diye sordu yıkılmış bir sesle.
Kafamı olumsuz anlamada sallarken, “Salonda,” dedim. Ercan baba panikle salona koşarken, perişan haldeki kocam girdi bakış alanıma, sanki bir günde on yaş yaşlanmış gibiydi.
“Karahan...” der demez iyice açtım çeşmeleri...
Ne zaman salona geçtik bilmiyorum ama kocam kardeşini gördüğünde öyle bir irkildi ki korktum, sandığımdan daha fazla bir şey olmasından korktum.
Gelen görevliler salona girdiğinde, kızına sıkı sıkı sarıldı olan Ercan baba, geri çekilmek zorunda kaldı, Kumru ise hala kendinde değildi, sürekli, “Götürdüler,” diye sayıkladı durdu.
Ercan baba ambulansa kızının yanına geçtiğinde biz de arabayla onları takip ettik, normalde uzun olan yol sanki bir anda bitti kendimizi hastane de bulduk.

Acil müdahale odasına alınan Kumru’yu ve şuanda nerede olduğunu bilmediğim kardeşimi, düşünmediğim bir saniyem bile geçmedi. Ağlamaktan halim kalmadığını hissettiğimde banklardan birine oturdum, kocam yanımda elimi sıkı sıkı tutuyor ama tek kelime etmiyordu. O da farkında çünkü kötü bir şeyler olduğunun...
Tüm bunlar olurken, Zeynep anneye haber verilmiş ve hastaneye gelmesi sağlanmıştı, bir yandan ağlayıp, diğer yandan dua ediyordu. En azından kızının nerede olduğunu bilmek biraz olsun rahatlattı onu. Hastaneye geldikten sonra benim konuşacak halim olmadığı için kocam, annemi arayıp Kumru’nun bulunduğu ve hastanede olduğumuz konusunda bilgi verdi, işin acı yanı kardeşimden tek haber yokken, babamda ortadan kaybolmuştu.

Aradan yarım saat geçtikten sonra ilk muayeneyi yapan doktor geçti karşımıza, “Kumru hanım, darp edilmiş, gözü aldığı darbeden dolayı şişerken, kaburgalarında iki çatlak var ve kolundaki açık yaraya sekiz dikiz atmak durumunda kaldık. Ciddi miktarda olmasa da kan kaybetmiş, kan takviyesi yapılıyor. Herhangi bir tecavüz belirtisi yok, sadece son yirmi dört saattir aç ve susuz olduğunu söyleyebilirim. Şuan tedavisi sürüyor, serum takıldı, yarım saate normal odaya alınır, kızınızı ancak o zaman görebilirsiniz,” dedi sakin bir tavırla.
Benim dışındaki herkes nefeslerini koy verip rahatlarken, benim hala canım ağzımdaydı. Kumru’yu bu hale getiren kişiler muhtemelen kardeşimi götürdü, kim bilir ona ne yapacaklar ya da ne yaptılar?
Sessiz sedasız bir köşede acımı yaşarken, Kumru’nun iyi olmasına sevindim ama kardeşimin bilinmezliği ruhumu daraltıyor.

Aradan geçen yarım saatin sonunda Kumru normal odaya alındı, hepimiz merakla girdik odaya. Bedenindeki ve yüzündeki kan lekeleri temizlendiği için, sadece yüzündeki bir kaç morluk ve kolundaki yara dışında son derece iyi görünüyordu, ilk bulduğum andaki perişan halini vurgulayan tek şey gözündeki morluktu, şişliği bile fark edilir derecede inmişti.
Zeynep teyze kızının ellerini öperken, bir yandan da dosyasını kontrol ediyordu, emekli hemşire olduğu için hasta dosyalarından ve durumlarından anlayabiliyor...
Doktorun söylediğinden fazla bir şey olmadığını anlayınca derin bir nefes aldı, sadece kolundaki yara yüzünden kan kaybetmişti, yara derin olmasa da kan kaybına sebep olmus, bu nedenle kan nakli de yapıyorlar...
Uzun lafın kısası durumu, kötünün iyisi, evet acı ve ağrıları olacak ama en azından yanımızda nerede olduğunu biliyoruz ve nefes alıyor.
Bir yandan onun için sevinirken diğer yandan kardeşim için dua etmeye devam ettim.

Elimde telefon kardeşim için gelecek olan haberi bekledim, gecenin on ikisinde telefonum çaldı, annemin aradığını görünce hemen açtım.
Daha annem konuşmadan ağlama sesleri geldi kulağıma, “Kötü bir şey oldu,” dedim o kadar eminim ki kötü bir şey olduğundan.
“Baban...” dedi sustu.
Hastane koridorun da oturduğum yerde kıpırdandım, Zeynep anne ve Ercan baba Kumrunun başında bekliyordu, Karahan ise tüm gün tek lokma yemeyen annesi ve benim için yiyecek bir şeyler almak için gitmişti.
Bende bira nefes alayım diye koridora çıkmıştım işte o ara ardı annem...
“Ne olmuş babama?” dedim titrek bir sesle.
“Beril’i...” dedi hıçkırıklara boğuldu.
“Bulmuş mu?” dedim umutla.
Sakinleşmek adına derin derin nefesler alıp, “Bulmuş, o şerefsizin babasının yanında!” dedi.
İlk anda kimden söz ettiğini anlamadım, bir kaç saniye sonra dank etti kafama, “Engin’in babası mı?”
“Evet.”
“Beril’in onlarla bir alakası yok ki? Neden onların yanındaymış?”
Cevap vermeyip iyice ağlamaya başlayınca bu meseleyi telefonda konuşamayacağımızı anladım.

“Anne neredesin yanına geleyim öyle konuşalım.”
“Olmaz sakın geleyim deme,” dedi tedirgin bir tonla.
“Neden anne, neden?”
“Gizli arıyorum seni, onlar eve geldiler Beril’de yanlarında, kardeşin iyi demek için aradım,” deyince rahatladım ama beynim çorba oldu.
“Anca kafam karıştı, madem Beril iyi, ne demeye ağlıyorsun, neden gizli arıyorsun?”
Ayağa kalkıp koridorda bir ileri bir geri yürümeye başladım. “Aklım almıyor madem Beril iyi sen neden bu kadar üzgünsün? Allah aşkına bir açıklama yaptı, neden o şerefsizin babasının yanındaymış, kaçıranlar onlar mı?”
“Kızım, Kardeşin iyi. Diğer konuları daha sonra konuşuruz ama lütfen eve gelme, başın belaya girsin istemiyorum.” dedi korkulu bir tonla.
“Tamam anne, hiç bir şey anlamadım yine de tamam. Gelmeyeceğim... Sadece Beril’i telefona ver, bir sesini duyayım lütfen, öldüm meraktan. Eve gelmeme izin vermiyorsun bari kardeşimin sesini duyayım...” dedim yalvarırken.

“Şuan telefona gelemez,” dedi, ağlamaklı ve kederli sesiyle bir iç çekip, “Konuşamaz, Kumru nasılsa Beril’de aşağı yukarı o halde, darp edilmiş,” deyince içim korkuyla titredi.
“Hani iyiydi anne! Hastaneye getirseniz ya! Evde nasıl iyi olsun? Babam nerede o pislikleri evden kovup kızını hastaneye getirsin!” dedim öfkeyle solurken.
“Kızım, baban eve gelmedi, o şerefsiz ve babası geldi eve, baban hala ortada yok. Ben evde yaralarına pansuman yapıp krem sürdüm, odasında yatıyor merak etme biz iyiyiz,” dedi ama sesi hiç iyi gelmiyor.
“Sizi tehdit mi ediyorlar anne?”
Kederli bir iç çekti, “Onu da nereden çıkardın?” dedi inandırıcı olmayan bir tavırla.
“Anne, sen ne dersen de kocamla gelip, ikinizi de o şerefsizin elinden alacağım!”  dedim son derece kararlı bir tavırla.
“Gelirsen hakkımı helal etmem!” dedi ve pat telefonu kapattı.
Yok kesin bu işte bir iş var... Mantıklı değil, hem babam Beril’i bulmuş diyor hem ortada yok diyor, birbiriyle çelişen cümleler hiç güven vermedi!

“Ne oldu kıymetlim ne bu surat?” Sesin geldiği tarafa döndüm ve kocamla burun buruna geldim.
“Beril eve gelmiş yani getirilmiş, Kumru gibi darp görmüş ama asıl garip olan Engin şerefsizinin babasının yanındaymış, sözde, babam bulmuş Beril’i ama babam hala ortada yokmuş. Annem eve gelme diye yeminler ettirdi, Karahan bu işin içinde bir iş var ne olur annemleri kontrol etmeye gidelim...”
“Tamam kıymetlim,” dedi itiraz etmeden ve elindeki poşeti annesine verip doğruca yanıma geldi.
Hızla hastaneden çıkıp otoparka geçtik ve Ercan babanın arabasına bindik, gece olduğu için tüm yollar boştu haliyle hız yapmamız pek sorun yaratmadı. Annem ne derse desin, ben ikisini de görmeden rahat edemem, isterse hakkını helal etmesin en azından iyi olduklarını bilirim... Nasılsa gönlünü alırım.

Hastaneden çıkıp on beş dakika içinde evin önüne geldik, garip olan şey ışıkların yanmıyor oluşuydu. Arabadan iner inmez kapıya koştum, tabi hemen peşimden de kocam geldi. Bir yandan zile basıp diğer yandan da kapıyı yumruklamaya başladım. Şayet uyudularsa -ki uyuduklarını hiç sanmıyorum- uyansınlar diye. Baktım ki kapıyı açan yok, telefona sarılıp annemi aradım telefonunun kapalı olması endişelenmeme sebep oldu. Kesin bir şey oldu!
Çantamda bulunan anahtarları aradım, gece gününe bulamadım haliyle. Sağ olsun kocam telefonun fenerini açıp yardımcı oldu.
Elime geçen anahtarla kapıyı açtım ve içeri geçtim, hemen yanımda duran ve bana güç veren kocamla birlikte.
Ben bir odaya, Karahan başka bir odaya baktıysak da annemleri bulamadık... Banyodaki kirli sepetine atılan kanlı kıyafetleri görünce gözlerim doldu. Kim bilir annem Beril’i o halde görünce nasıl korkmuştur?
Derin bir iç çekip, dolu gözlerime etrafa bakındım, hiç bir şey bulamadım.
“Buradalarmış...” dedim titreyen sesimle, kanlı kıyafetleri gösteriken.
“Belki hastaneye gitmişlerdir,” diyerek fikir yürüten kocama yan gözle baktım.
“Ercan babama haber versen, hastaneye giriş yaptırmışlar mı bir baksa olmaz mı?”
“Olur tabi,” dedi ve telefonu çıkarıp babasını aradı. Kısa bir bilgilendirme konuşmasının sonunda Ercan baba, acile giriş yapmadıklarını söyledi.

“Üzülme kıymetlim, Aksaray’da bir tane hastane yok ki, belki başka bir hastaneye gitmişlerdir. Ben bir kaç kişiyi arayıp sordurayım, sende biraz otur, bayılacak gibi duruyorsun.”
Endişeyle baksam da kafamı sallayıp, koltuğa oturdum. Karahan bir kaç kişiyi aradı tabi bu arada yarım saatten fazla zaman geçti, polis ekiplerine haber verdi. Babam için kayıp ilanı verilmiş, Beril’in bulunduğu belirtilmiş. Yani kocama memur öyle söylemiş. Her şey düzene girmişler nasıl oluyor da on beş dakika da hem kardeşim hem de annem ortadan kaybolabiliyor?
“Karahan, polislere söylesene, o şerefsizin evine gitsinler...” dedim artık ağlamazken...
Kafasını sallayıp, şüphelendiğimiz kişi hakkında bilgi verdi. Polislerden haber beklerken odama geçtim, hani her zaman gördüğüm şeyler biraz olsun huzur verir diye.
Yatağının kenarına oturup, daha önce fark etmediğim bir şeyi fark ettim...
Hani çocukken neredeyse hepimizde olan, kapağını açtığımızda müzik çalmaya başlayan ve bir yandan da balerinin dans ettiği müzik kutuları olur ya, genelde ahşap görünümlü bordo renkte ve kalp şeklinde olan bu müzik kutusunun alt kısmında iki küçük çekmece olur...
Hah! İşte o müzik kutusunun makyaj aynamın önünde bulmayı hiç ama hiç beklemiyordum... Ben daha on yaşların bir kızken, bir müzik kutusunu heba ettiğim için annem ikincisini almış ama bu sefer kırmamam için gazeteye sarıp sarmalayıp saklamıştı. ‘Hatıra kalsın büyüdüğünde odana koyarsın,’ demeyi de ihmal etmemişti.
O zamandan beri ilk kez gördüğüm müzik kutusu, hatırladığımdan daha küçük geldi gözüme... Belki de o zaman, küçük olan ellerime büyük gelmişti kim bilir?
Kapağını açtığımda sorunsuz bir çekil de çalışmasına şaşırdım... Bir kaç dakika sağ sola doğru hareket eden, altın renkli balerini izledim...
Bir zamanlar şu minik çekmecelere en değerli, daha doğrusu benim için değerli olan şeyleri koyardım... Kumsalda bulduğum minik deniz kabuğu ve şimdilerde serçe parmağıma ancak gelecek olan yüzük gibi...
O minik çekmecelerden birini açtığımda o yüzüklerden birini buldum, elimde olmadan tebessüm ederken ikinci çekmeceyi açmıştım bile...
Bu sefer sakladığım deniz kabuğu yerine bir kağıt bulmak beni hayli şaşırttı...
Müzik kutusunun kapağını kapatıp, kağıdı aldım elime... Bir şeyler yazılmış katlı kağıdı açtığımda annemin el yazısıyla karşılaştım, o zaman anladım bana mesaj bıraktığını.

Kağıtta, “Kızım, ne kadar inatçı olduğunu bilecek kadar iyi tanıyorum seni... Gelme, dememe rağmen geleceksin biliyorum, evden gitmeden önce senin bulmanı umarak bir not bırakmak istedim, umarım bulursun... Öncelikle, babanın ne zaman ortaya çıkacağını bilmemekle birlikte, başımıza sardığı beladan kurtulabilecek miyim emin değilim. İşte tam da bu nedenle sözümü dinle ve kocanın yanından ayrılma. Şimdi ‘ben kendi ayaklarımın üzerinde durabilirim’ edebiyatı yapma! Engin şerefsizine karşı, seni kocandan başkası koruyamaz, bunu unutma. Biz bir süreliğine kardeşinle birlikte tatile gidiyoruz, zorlu bir tatil, hani üç sene önceki gibi. Seni seviyorum, en kısa sürede seninle irtibata geçmeye çalışacağım, aklın kalmasın bizi iyiyiz,” yazıyordu.
İnan inanabilirsen...
“Ne oldu kıymetlim, sorun neymiş?”
“Annem gitmeden önce not bırakmış, baksana,” dedikten sonra notu verdim. Ne zamandan beri kapının kenarından beni izliyor bilmiyorum ama her ne şartta olursa olsun yanımda olması güzel.

Notu okuduktan sonra, “Üç sene önce nerede tatil yapmıştınız ki?” diye sordu merakla.
“Tatile gitmedik ki, bilmiyorum belki de seneleri karıştırdı, iki yıl önce kamp yapmaya gitmiştik, bizim için hayli zorlu bir maceraydı. Doğa ile iç içe bir hafta, kolay geçmedi. Dediğim gibi son iki gündür kolay şeyler yaşamadı belki de kafası karışmıştır. Karakoldan haber geldi mi?”
“İhbar üzerinde o şerefsizin evine gitmişler ama ne annene, ne de Beril’e dair bir iz bulamamışlar. Sanırım annen seni bu olaylardan uzak tutmak istediği için gitti, merak etme iyiyiz diyorsa iyidir. Hem kötü bir halde olsalar evden nasıl ayrılsınlar. Hiç bir hastanede de onlara dair bir iz yok,” dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim.
“Yapacak bir şey yok mu yani?”
“Yok kıymetlim, bulunmak istemeyen birini bulamayız ki... Ha polisler arar bir gelişme olursa haber verirler ama hepsi bu kadar, benim de elimden bir şey gelmiyor ki...” dedi üzgün bir şekilde yanıma gelip elimi tutarken...
“Şimdi ne yapacağız?”

“Evimize gidelim, uyuyalım, dün geceden beri uyumadık, beni geç, sen perişan oldum hatun... Öncelikli hedefimiz dinlenmek olacak,” dedi itiraz kabul etmeyen bir şekilde. Hafifçe kafamı sallayıp onayladım.
Annemin çelişkili ifadesinden sonra yazdıkları da hayli kafamı karıştırdı, ne yapacağımı ne düşüneceğimi bilmez bir halde evin tüm ışıklarını kapatıp kapıyı kilitledim... Garipti, bir gecede ailemin ortadan kaybolması... Garipti ama ne olduğunu anlamaya çalışacak akılda kalmadı.
Artık bir yerden sonra beynim sorun vermiş, düşünmüyordu bile...
Sessizce arabaya binip, karanlık ve kimsesiz olan evimize baktım uzun uzun, daha bu sabah en azından annem vardı bu evde... Şimdi o da kardeşimi alıp ortadan kayboldu... İşin garip yanı ise hiç bir şey anlamamış olmam.
Kafamda milyon tane soruyla Karahanların evine kadar gittik, eve geldiğimizde üzerimizi değiştirip yattık. Ciddi anlamda zor ve meşakkatli bir gün atlatmıştık, insanın ömrünün yarısını alıp götüren günün sonunda, yorgunluktan ve üzüntüden bayılacak kıvama gelmiş bir şekilde yatağa attım kendimi, kocamın göğsüne yatıp gözlerimi kapattığımda daldım uykuya...

***2 Hafta Sonra***

Kumru’yu bulmamın, annemi, babamı ve kardeşimi kaybetmemin daha doğrusu bir anda ortadan kaybolmalarının üzerinden geçen iki hafta sonunda, aileme dair hiç bir iz bulamadık.
Ercan baba, sadece Aksaray içi değil, tüm Türkiye için aramalarını başlatmıştı, emekli olana kadar görev yaptığı tüm şehirlerdeki tanıdıklarıyla görüşüp araştırmaları derinleştirmişti.
Kimse belli etmese de içten içe merak ve endişeyle ufakta olsa iyi bir haber bekliyordu.
Son iki haftadır Aksaray’da, her hangi bir gelişme olur umuduyla bekliyorduk. Karahan belli etmese de ailem konusunda endişeli ve umutsuzdu. Annemin bıraktığı notu bir uzmana gösterip analiz yaptırdık, aramızda geçen son konuşmanın ışığında, annemin ve kardeşimin başlarının belada olduğunu, annemin baskıdan dolayı olayları karıştırdığı yargısına vardı.

Bunu öğrenmek bile delicesine korkmana sebep oldu, hani olurda bir umut diyerek, iki yıl önce kamp yaptığımız orman derinlemesine araştırıldı ama maalesef bir sonuç alınamadı.
Bugün ise Kumru eve geldi, Zeynep anne mutluluğunu benim endişem yüzünden, pek belli edemese de içten içe yaşadı mutluluğunu.
Son iki haftadır yaptığım gibi salonun cam kenarındaki tekli koltuğa oturup, kendimi soyutladım... Gözlerim camda gelmesini umduğum kişileri bekliyorum, en azından hayattayız diyecek kadar kısa da olsa arasalar... Ondan bile mahrumum...

Sultan babaannenin yanında attığım kahkahalar yanıma kar kaldı, o günler o kadar uzak geliyor ki, sanki haftalar önce değil de yıllar önce yaşanmış gibi.
Her zaman olduğu gibi kocam yanıma gelip, bir çırpıda beni kucağına aldı ve koltuğa oturdu, ilk zamanlar bu tavrına utansam da artık utanacak kadar bile kendimi düşünmüyordum.
Kocamın kucağında başım boynunun boşluğunda, gözlerim camda, saatlerce bekler oldum. Bu derece bitik bir haldeyken de utanmayı akıl etmek şöyle dursun, utanma fikri bile geçmiyordu zihnimden. Tek istediğim ailemin hayatta olduğuna dair bir haber...
Karahan, saçlarımın üzerinden öpüp, “Yemek yiyeceğiz kıymetlim,” dedi aslında yemek yiyeceksin diyordu.
Cevap bile vermeden kocamın yönlendirmesiyle masaya geçtim, Kumru o kadar iyi bir haldeydi ki bizimle birlikte masaya bile oturdu...

Kumru uyandığında ifadesini almak için gelen memurlara, ‘O gün kahvaltı yapıp evden çıktık, otobüs durağında beklerken, gri bir araba önümüzde durdu. Yüzlerindeki maskeyi görünce Beril’in elini tutup koşmaya başladım, babam polis olduğu için bu gibi durumlarda ne yapacağımı biliyordum. 155’i tuşladığım anda daha arama tuşuna basmadan elimden telefonu aldılar. Anın şaşkınlığıyla koşmaya devam ettik, bir yandan da bağırıp yardım istiyorduk ama ne fayda, sabahın o saatinde durakta bizden başka kimse yoktu. Biz arkamızdakileri atlattık sanırken meğer önümüzü kesmek için yol değiştirmişler. İlk başta bir iki tekmeyle gücüm yettiğince karşılık verdim, ben onlara vurdukça onlar bize vurdu. Beril, kafasına bir darbe alınca bayıldı, ben onun ilgilenmeye çalışırken de gardımı düşürdüm, içlerinden biri karın boşluğuma tekmeler atarken son gördüğüm Beril’i arabaya bindirmeleri oldu. Engel olamadım, eve nasıl gittim ve sandalyeye bağlandım hiç bir şey hatırlamıyorum kendimden geçmişim,” dedi. Tüm bunları anlatırken, gözünden bir damla yaş eksik olmamış, hıçkıra hıçkıra ağlamıştı.

Kesinlikle onu suçlamıyorum hatta elinden gelenden fazlasını yaptığına da eminim, sadece o buradayken kardeşimin iyi olup olmadığını bilmemek canımı yakıyor...
Güç bela yediğim bir iki lokmadan sonra sofrada oturmaya devam edip diğerlerinin yemeğini bitirmesini bekledim. Yemekten sonra masayı toplayıp cam kenarındaki köşeme geçtim, bir şeyler yapmak istedikçe hiç bir şey yapmamak o kadar zor ki anlatamam...

Koltukta oturup haber beklerken, bir polis arabası yanaştı kapının önüne, kalbim korkuyla atarken koltuktan fırlayıp daha kapı bile çalmadan, kapıyı açmaya koştum.
Hemen peşimden gelen kocamın varlığıyla açtım kapıyı, kaybolma olayını öğrenip Aksaray’a geldiğimizde karakolda gördüğüm adamdı eve gelen. Yüzünde kederli ve mahcup bir ifadeyle geçti tam karşıma, hiç kimseyi muhatap almayıp doğruca baktı bana.
Karahan, “Cengiz abi, bir haber mi var?” diye sorarken, Zeynep anne “Hayır olsun inşallah,” dedi endişeyle.
“Bir haber var ve iyi değil, isterseniz içeri geçelim,” dedi gözleri üzerimdeyken. Zaten memurun şu cümlesinden sonra bir ateş düştü yüreğime, nefesim kesildi...
Ağzımı açmaya cesaretim olmadığı için geçtim salona, ne söyleyeceksen hemen şöyle diyemedim.
Kocam elini belime getirmiş, beni sıkı sıkı tutarken, gözlerimi memurun üzerinden bir an çekmedim.
Tek nefeste sanki önemsiz bir şeyden söz eder gibi, “Nihat Eroğlu’nun cansız bedenine ulaştık,” dediğinden sonrasını duymadım... Kulaklarım uğuldamaya başlarken, çoktan dizlerimin bağı çözülmüş, gözlerim kararmıştı bile...
Çok bile dayandın Buğlem Arısoy...

****

Yeni bölüm Allah’ın izniyle 370 yorum sonra sizlerle olacak.

Bölüm nasıldı?

Sizce neler oluyor?

Buğlem’in annesi ve kardeşi nerede dersiniz?

Babasının ölümü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bombalar bir bir geliyor bakalım, umarım memnun kalırsınız.

Sizi seviyorum.

Elif Diril.

PEK KIYMETLİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin