Küçük kıvılcımların çıkardığı büyük bir yangınla boğuşurken aynı zamanda iki kişiyi de o yangının ortasına çekiyordu Bilal. Sahara ve Ecem... Birinin suçu kadın olmak, diğerininki çok sevmek ama aslında ikisi de masum iki genç kadın...
Bilal artık sözlü bir adamdı. Araba kullanırken gözü parmağındaki yüzüğe ilişiyor, içinden hep aynı şeyi tekrarlıyordu;
"Ecem'le konuşmam lazım."
"Ankara'ya gitmem lazım."
Bilal bir anda durumun vehametini anladı. Ankara'da onu çok seven, evlenme sözü verdiği bir kadın vardı ve o burada bir başkasıyla evleniyordu. İçinden aynı şeyleri tekrar ederken birden aklındakiler diline vurdu;
"Ankara'ya gitmem lazım."
Ailesi Bilal'in ne mırıldandığını anlamaya çalışırken Bilal mırıldanmaya devam ediyordu ve birden arabayı sağa çekip durdurdu. Herkes şaşkın ona bakarken Bilal ailesine döndü;
"Benim Ankara'ya gitmem lazım."
***
Sahara bir kolunun altında kardeşi Mahmood, diğer kolunun altında diğer kardeşi Aischa ile birlikte yatakta uzanmış sohbet ediyordu;
"Abla sen şimdi yarın evlenip o eve geri mi gideceksin? Bundan sonra orda mı yaşayacaksın?"
Sahara kız kardeşinin sorduğu bu soruyla aslında unutmak istediği acı gerçeği bir kez daha hatırladı;
"Evet ablacım, öyle görünüyor."
Bu sefer sözü erkek kardeşi Mahmood aldı;
"İyi ki Bekir abiyle evlenmedin abla. Onlar kötü, Abdullah amca seni nasıl da kolundan tutup fırlattı. Sevmiyorum onları artık ben Münir amcayla Bilal abiyi seviyorum."
Mahmood da Sahara'ya unutmak istediği anıları tekrar hatırlatıyordu. Keşke sadece kolundan tutup dışarı atmakla kalsalardı diye düşünürken kardeşi tekrar Sahara'nın kalbini parçalayan bir soru daha sordu;
"Keşke babamla Meryem de düğüne gelebilseydi... Babamla kardeşim ne zaman gelecek abla?"
Kardeşleri Sahara'yı çok zorluyordu. Genç kız ağlamamak için dişlerini sıkarak ve yüzüne yalancı bir gülümseme yerleştirerek cevap verdi;
"Onlar gelmeyecek ablacım, vakti geldiğinde biz onların yanına gideceğiz."
Sahara belki de verilmesi gereken en makul cevabı vermişti. Hemen konuyu değiştirdi;
"Ama uyuyun diye geldim yanınıza, hadi bakalım, saat çok geç oldu."
Sahara şimdi içi cayır cayır yanarken bunu kardeşlerine belli etmemeye çalışarak o yangını harlıyordu aslında. Acısını hiç doya doya yaşama şansı olmamıştı ki Sahara'nın. İçine atıp yola devam etmeyi sadece annesinin üzerine yıkamazdı. İnsan, en çok da kendine "geçecek" derken yoruluyormuş. 20 yıldır zaten bu kelime ile büyümüştü Sahara...
"GEÇECEK"
Her "geçecek" deyişinde daha da artıyordu yüreğindeki sancı çünkü kendine yalan söylemek acıtıyordu, yoruyordu insanı.
İç dünyası ızdırapla dolduğu her vakit, o ızdırap bir damla inci gibi akmıştı mavilerinden. Daha da başka bir şey yapmak gelmiyordu elinden çünkü. Yine aynı şeyi yaptı, içinden bir an önce atmak ister gibi akıttı incilerini.
On dakika sonra uyuyan kardeşlerini uyandırmamak için usul usul aralarından sıyrıldı Sahara. Kardeşlerinin üzerini örttü ve parmak uçlarında yürüyerek yavaşça kapıyı açıp odadan çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAD-I SABA
General Fiction"Girebildiğin gönül, memleketindir..." 🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀 Basit bir yaşam hikayesi olmayan Sahara'nın Bilal tarafından yeniden yazılan hikayesine tanık olmaya var mısınız? Bad-ı Saba : Doğudan esen hafif ve hoş rüzgar, seher yeli. Divan edebiyat...