İlk başlarda çok boyutlu yaşamlarım bana yalnızca rüyalar yoluyla gösterildi. Altı yaşımdan beri burada uyuyup başka yerlerde uyanıyorum. Uyandığımda beni karşılayan dostlarım oluyor. Dünyada yaşamak istediğim şeyler uyurken rüyalarımda yaşatılıyor. Rüyamda yediklerimin tadını alıyorum. Rüyamda sesleri tıpkı buradaki gibi net duyuyorum. Uçarken rüzgarın tenime çarptığını hissediyorum. Dünyada bilmek istediğim şeyler rüyamda öğretiliyor. Sanki rüyama bedenimle birlikte gidiyormuşum gibi.. Yada başka bir bedenim varmışta rüyamda onu kullanıyormuşum gibi.. Canım sıkkın olduğunda, kendimi mutsuz hissettiğimde on dakika uyumam yetiyor. Kalktığımda sanki uyumadan önce canım hiç sıkılmamış gibi. Hiç üzülmemişim gibi mutlu ve huzurlu kalkıyorum.
Her uyuduğumda rüya görürüm ben. Bazen kalkarım tütün içerim. Uyuduğumda rüyam kaldığı yerden devam eder. Bazen gemiye alınıp gezdirilirim. Bazen elime kılıç ve kalkan verirler. Miğferimi ve zırhımı kuşanır savaştırılırım. Bazen Okul'da uyanır eğitim görürüm. Ölen akrabalarımla buluşturulurum. Hayran olduğum sanatçılarla sevgili oluruz. Yarış arabası sürerim uçsuz bucaksız pistlerde. Bulutlar katılaşır ve üzerine otururum. Oradan dünyayı seyrederim. Her sabah daha yüksek bir farkındalıkta, daha güçlü bir yaşam enerjisiyle uyanırım. Renkleri daha canlı görürüm. Tenimi daha fazla hissederim. Bazen gün içinde de uyuyasım gelir. ‘Kalk!’ derler. Halletmen gereken işleri tamamlamadan buraya gelmemelisin.
Kafamda sorular vardı. Doğduğumdan beri süregelen sorular. Dünyaya benimle birlikte inen sorular. Cevaplarını aradığım. Uykusuz kalışlarımın sebebi. Altı yaşımdan beri arayıştaydım. Göze görünmeyeni, kulağın işitemediğini, tenin dokunamadığını arıyordum. Henüz yazılmamış olanı. Henüz öğretilmemiş olanı. Devletlerin kurduğu okullar tümüyle saçmalıktı. Neyin tarihini görüyorduk biz? Bu yetersiz biyoloji dersleri. Doğada bulunamayan matematik. Sorularımı cevaplayamayan öğretmenler. Yok yazmama karşılığı dersine girmemi istemeyen din kültürü hocalarım. Gününü namaz ve zikre adayan komşu evlerdeki dedeler. Vaftiz olup İsa’ya tapan arkadaşım. Her yerde yanıtlarımı aradım. Sonra cevap mekanizmasının içime yerleştirilmiş düşünce gücü olduğunu fark ettim. Boş bir kağıda sorumu yazıyordum. Sonra içimden cevap geliyordu. Başkasına sorup onay alıyordum. Soracağım kişiye dahi üst benliğim tarafından yönlendiriliyordum. Bende yazmaya başladım. Günlükler aldım kendime, renkli kalemler aldım. Her bir yaprak benim sırdaşım oldu. Yazdıkça ben bilgiler iç sesim yoluyla aktı. Kendime sorup kendim cevapladım. Kendime yazıp kendim okudum. Günlüklerime sarılıp uyudum. Bazen gece kalkar yazar geri uyurdum.
Meğer her yerde kendimi aramışım. Sevdiğim kızlarda, izlediğim filmlerde, dinlediğim şarkılarda, gezdiğim yerlerde, duyduğum sözlerde. Her şey benden banaymış. Dokunduğum tenler. Azarlayıp küfür ettiklerim. İstemeyip hayatımdan uzaklaştırdıklarım. Gidiyor diye arkasından ağladıklarım. Kendi gidişime ağlamışım.. Kendimi terk etmişim meğer.. Kendimi üzmüşüm. Kendime kızmışım! Kendimle savaşmışım meğer.. Kavga ettiğim insanlar.. Attığım her yumruk kendimeymiş.. Verdiğim çiçekler de öyle.. Yazdığım şiirlerin hepsi, benden bana yazılmış meğer. Nereye gidersem gideyim, yönümü çevirdiğim her yer, attığım her adım kendime doğruymuş meğer. Bir ben varmışım, bir de benden yansıyanlar. Bir iç dünyam varmış meğer. Bir de ondan parça taşıyan dışarıdakiler. Kendimin ilk aşkı da benmişim. Bana beni unut diyen de. Herkes bana beni göstermiş. Yaşadığım her olay almam gereken derslermiş. Bana kötülük yaptığını sandığım insanlar, hepsi de beni uyandırmak için bir olmuşlar. Kendine gel! Aradığın şey sensin. Dışarıda olan hiçbir şey yok. İçine yönel. İçinde yaşayan ilahı bul. Ve onunla ‘Bir’ ol. Sevgilin de içinde, rehberin de içinde, yoldaşın da içinde. Tüm cevaplar sende kayıtlı denilmiş. Yapmam gereken tek şey hatırlamakmış meğer. Doğarken sıfırlanan hafızamı, yaşarken hatırlamak.
Düşüncelerimi gözlemleyip hangilerinin bana ait olduğunu fark edebilmek için en yakın arkadaşlarım olan Micheal ve Martin ile birlikte meditasyon sürecinden geçirildim. Günlük meditasyonlarımı aksatmıyor, hatta bazen gün içinde sistemin uyguladığı kitlesel hipnozdan bunalıp eve kaçıyordum. Her akşam inip tek başıma çay içtiğim bir kafe vardı. Micheal beni orada görürmüş. Bir gün yanıma geldi ve bana selam verip yanıma oturdu.
“- Seni akşamları burada tek başına otururken görüyorum. Bizim evde buraya çok yakın. Sanırım senin evinde buraya yakın. Birbirimizle arkadaş olabiliriz çok iyi birine benziyorsun“ dedi.
“- Neden benimle arkadaş olmak istiyorsun?“ diye sordum.
“- Çünkü yalnız takılan insanların çok güçlü iç dünyaları vardır. Benim adım Micheal” dedi.
“- Memnun oldum. Bende Arqasie” dedim.
Birbirimizin telefon numarasını aldık. Onu ilk gördüğümde sanki yıllardır tanıyormuş hissine kapılmıştım. Daha sonra hiç temasa geçmedik birbirimizle. Soraya’nın doğum günü kutlamasına katıldığımda tekrar karşılaştım onunla. Soraya bizi tanıştırmak için isimlerimizi söylediğinde ‘birbirimizi tanıyoruz biz’ diye karşılık verdim. Tesadüf gibi görünen zincirleme buluşmalar yoluyla hayatıma meditasyonu ve zen budizmi sokan arkadaşlarımla aramda kuvvetli bağların doğmaya başladığını hissettim.
O günden sonra çok sık görüşmeye başladık ve sürekli uzun soluklu tartışmalar içerisine giriyorduk. Sonra beni Martin ile tanıştırdı. Birlikte meditasyon yapma kararı aldık. Micheal sağıma ve Martin soluma oturdu. Bedenimizi en az hissedeceğimiz şekilde bağdaş kurup oturduk. Gözlerimi kapadım. ‘Om Mani Padme Hum’ isminde bir meditasyon şarkısı açtı Micheal. İlk başlarda her taraf karanlıktı. Kafamın içinden sürekli düşünceler geçiyordu. Düşüncelerimi okuyor bazen karşılık veriyordum. Sonra başka bir düşünce geliyordu. Karşılık vermeyi bıraktım. Sadece dinlemeye başladım. Bir süre sonra kafamın içinden geçmekte olan düşüncelerin yoğunluğu azaldı ve bedenim hafiflemeye başladı. Karanlığın tonu düştü. Bedenimin hissiyatını kaybettim. Gözlerimden perdeler çekilmeye başladı. Odanın içinde yanımda oturmakta olan Micheal ve Martin’i gördüm. Fakat suretleri yoktu. Gri tonlarında içiçe girmiş milyarlarca ışık noktası yanıp sönüyordu. Ben de tam ortalarındaydım. Sabit durmadığımızı ve bir yöne doğru kaymakta olduğumuzu fark ettim. Sonra gözlerimi açtım. Ben gözlerimi açtıktan sonra hissetmiş olacaklar ki Martin ve Micheal’de gözlerini açtılar. Yüz ifadem ve gözlerimde ki şaşkınlıktan bir şeyler gördüğümü anlamışlardı. Onlara ne gördüğümü anlattım.
“- Çok güzel. İlk denemen de başardın“ dedi Martin.
Ailemde dahi görmediğim şefkat ve aşk dolu gözlerle bana baktı Micheal.
“- İlk denemede başarmak zordur. Sen bizim kâdim dostumuzsun“ dedi.
Tüm tabularım yıkıldı, tüm bildiklerim anlamını yitirdi. Dünya ayaklarımın altından çekildi. O gün meditasyon esnasında öldüm ve yeniden dirildim. Hayatımın gidişatını değiştiren ilahi dokunuşu yaşadığımda insanlara, doğaya, hayvanlara ve kendime bakış açım tümüyle değişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Onikiler
FantasyOnikiler' içinde bulunduğumuz dünyanın maddesel bir illüzyon olduğunu ve yansımalardan yaratıldığını fark edip kendi özüne doğru içsel yolculuğa çıkan insanların başlarından geçenleri konu almaktadır... Bilincini 3.boyut sanal illüzyonundan kurtarı...