"Mahsur kalmış cadıların ve büyücülerin acil durum taşıtı Hızır Otobüs'e hoş geldiniz. Asanızı tuttuğunuz elinizi uzatın, otobüse atlayın, sizi istediğiniz yere götürelim. Benim adım Stan Shunpike, biletçiniz."
hufflepuff ! soobin
slytherin ! yeonjun
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
"En güçlü büyülerimiz sözlerimizdir... Hem inciten hem de iyileştiren sözlerimiz."
Hogwarts'da oldukça sıradan bir öğleden sonrasında büyük camları ve kalenin tuğla duvarlarını yağmur dövüyor, şimşekler korkunç bir gök gürültüsüyle kulağımızda yankılanıyordu. Karamsar bir gün için seçilen sınıf mürdüm moru perdelerle örtülmüş kasvetli bir havaya sahipti. Loş ışık altında beyaz şimşekler gözümü alıyor, diğer yandan kazanımdaki karışıma odaklanmaya çalışıyordum.
"Yaklaşın, Bay Choi, hadi!" Proseför Slughorn yepyeni bir bakış açısıyla çalkalanırken heyecanla bağırdı ve çoğu kişi yerinden sıçrayarak "Yüce Merlin aşkına!" diye fısıldadı. Gülümseyen simasina ek olarak şimşek çaktığında alt dudağımı ısırarak bir adım öne çıktım, kahveden evrilmiş gözlerindeki parıltıyı seçmek zor değildi. Sınıfta bulunan çoğu öğrenci için koca bir kaçık olduğunu tahmin etmek de zor değildi. Çetin ceviz yapısına rağmen oldukça samimi birisi olduğunu söyleyebilirdim. Gerçeği eşelersek davranışları yüzünden yetenekleri tuzla buz oluyor, kendi itibarını hiçte önemsemiyor gibiydi. Alışık olduğundan mı yoksa kendine has tavrından mı pek emin değildim. Ama yetiştirdiği öğrenciler çağın en büyük seherbazları veyahut yetenekli iksir bilimcileri oluyordu. Akıl almaz yeteneği ve önsezileri yüzünden Profesör Slughorn, çağımızın en iyi iksir bilimcisiydi. Yutkunarak iskemleden kalktığımda tam karşısında durmuş, bana soracağı tüm soruları aklımdan tartıyor diğer yandan yanlış bilmekle birlikte binama ne kadar puan kaybettirebileceğimi düşünüyordum.
"Bu nedir, Bay Choi?" En küçük kazanın ağzını açtığında derin bir nefes aldım, yutkunmak için çabaladığımda perçemlerim gözlerimi kapatıyor, şimşekler ardı ardına çarpıyordu. Her zaman değişik tarifleri ile öğrencileri zor zanlar altında bırakır ve buna bayılırdı. Zorlamak, sınırları aşmak, kendisi için en doğru öğrenciyi bulup yetiştirmek hususunda kurnazdı. O öğrenci olmak istiyordum, başarılı bir seherbaz olmak ve safkan ailemin gurur duyacağı mükemmel çocuk olmam gerekiyordu.
Hissedemeyeceğim kadar güçlü bir çarpıntı bedenimi çepeçevre sararken elimi kravatımın üstüne koyarak çekiştirmek zorunda kalmıştım. İmkansız gibi acıtıyordu. Gerçekten her neyse, dilim damağım kurumuş, saf bir hazla ona itiliyor, kendimi çekememekle birlikte daha çok arzulamaya başlıyordum. Kalbim deli gibi çarpıyor, yanaklarım kızarmaya başlıyor, tansiyonum sanki yüzdelik dilimleri kat ediyordu. Tahmin etmesi hiç zor değil ama yaşaması oldukça öldürücüydü. "Amortentia," diye mırıldandım zorlukla. "En güçlü aşk iksiri."
"Ah aferin! Slytherin'e beş puan!"
Hufflepuff köşesinden ufak bir homundanma baş gösterdiğinde bakışlarımı hışımla o yöne çevirdim çünkü tanıdığım bir çocuk, bana Hogwarts'ı kursakta bıraktıran o çocuğun mırıldanmasını ve küstah sırıtışını dağıtmalıydım. Bunu yapamazsam eğer, kesinlikle delirirdim ama Soobin, zümrüt yeşili gözlerini tehlikeli bir şekilde üstüme dikmiş, yüzünde tek bir mimik oynamadan öylece izliyordu. Kızıl saçları normalde olduğundan daha dağınıktı ve kaşında bulunan muggle zinciri bugün daha da parlıyordu. Göz altlarında bulunan kuyular sanki beni boğuyor, yutkunuşlarımı etkisiz bırakıyordu. Loş ışık altında bir eli çenesini sıvazlamış, gözlerimin içine, en derinine bakarken dilini şaklatmıştı. Sarı kravatı her şimşek çaktığında daha da belirgin bir şekilde göz önüne çıkıyor, uzun parmakları yüz hatlarında geziniyordu. Yutkunmayı zorlukla başardığımda homurdanmadığını, aksine oldukça alakadar olarak beni dinlediğini fark etmek kulaklarımın uğuldamasına sebep oldu. Nefes almak oldukça zordu. Daha da imkansızı Amortentia'nın kokusu başıma gelebilecek en kötü senaryo olmasıydı.
"Adaçayı," dedim iki kelimeyi düzgünce birleştirmek bile zor geliyor, dilim dolanıyordu. Sanki damarlarım zonkluyordu. "Adaçayı ve yağmur sonrası orman gibi kokuyor."
Sınıfın bir çoğunluğu iksirin kokusunu derince içine çekmek için yaklaştığında Proseför, kapağı dikkatle kapayarak ışıl ışıl güldü. İçimi ferahlatan ve güveni aşılayan, bir o kadar da boğan ellerden kurtulmuş gibi rahatladığımda yeşille grinin harmanlanmış karmaşasına sahip kravatı çekerek çıkardım. Dersin bittiği hakkında birkaç sözcük duyar gibi oldum ama algılamak için aklım bir havada koşarak kapıdan çıkmış kitaplarımı bile ardımda öylesine savuşturarak bırakan bir serseriyi oynamıştım. Profesörün homurtusunu hissettim, en yakın arkadaşımın bağırışını, Beomgyu'nun adımı yüz kere söylediğini... ama hiçbirini duymuyordum, hiçbiri umrumda değildi. Sanki dapdar bir odaydı bu. Sebebi kokunun devam etmesi değildi, bir kez kesilirse tamamen biterdi. Amortentia, siz onunla etkileşim içinde olmadığınız sürece asla size etki etmezdi. Bunu fark dahi edemezdiniz. En çok arzuladığınız, en karanlık sırlarınız ve yüreğinizi yakıp kavuran en büyük çukurdu çünkü. Sizin bile farkına varmadığınız arzulardı amortentia. Böylesine deli olduğum şey apayrıydı.
Ben başıma gelen gerçekliğin güpegündüz farkında olduğum halde bunu yediremeyeceğim bir gurura ve kabullenmeyecek bir bünyeye sahiptim. Hogwarts binaları arasında bir uğultu gibi dolandığımda bile aklımda olan tek gerçek parşomenler boyu okuduğum notlarım, bu zamana kadar tutunduğum şeyler değildi. Hafızamda her gün gördüğüm, dipdiri bir gerçeklikle bana bakan zümrüt yeşili gözlerdi.
Bu kokunun, Soobin'e ait olmasıydı. Hogwarts'ı başıma dar eden, azılı düşmanıma.