Yine karanlıkta bardağı hafifçe tıkırdadı. Heyecanının arttığı belliydi.
"Kendime bahane yaratmak, haklı çıkarmak, temize çıkarmak değil amacım... Ama açıklamazsam anlayamazsınız... İyi bir insan olup olmadığımı bilemiyorum... ama her zaman yardımsever biriydim... O berbat ülkede insanın tek mutluluğu buydu, zihninize kazıdığınız bir avuç bilgiyle, bir insan hayatının devam etmesini sağlamak... ilahi bir mutluluktu adeta. Gerçekten de hayatımın en mutlu anları, korkudan mosmor kesilmiş, yılan ısırmış bacağı ta kasığına kadar şişmiş, bacağı kesilmesin diye ağlayan bir sarı adam önüme geldiğinde onu kurtarmayı başardığım anlardı. Ateşler içinde yanan bir kadın olduğunda saatlerce yol giderdim; bu kadının istediği türden yardımları da yapmıştım ben, hem de Avrupa' daki klinikte çalışırken. Ama o zaman bu insanın böyle bir yardıma ihtiyacı olduğunu hissediyordunuz, birisini ölümden ya da çaresizlikten kurtardığınızı biliyordunuz – yardım etmek için de bu duyguya ihtiyacınız vardı, karşınızdakinin size ihtiyacı olduğu duygusuna.
"Oysa bu kadın –size tam olarak anlatabilir miyim bilmiyorum– sanki gezintiye çıkmışken uğramışçasına evime giren bu kadın, girdiği andan başlayarak kibiri yüzünden beni kışkırtıp kendisine meydan okumama neden oldu, içimdeki bütün –nasıl söylesem– bastırılmış, gizlenmiş, kötü şeyleri harekete geçirdi. Ortada bir ölüm kalım sorunu varken, hanımefendi rolü oynaması, buz gibi bir tavırla iş görüşmesi yapması, beni delirtmişti. Ve sonra... sonra... insan golf oynarken gebe kalmaz ya... biliyordum ki... daha doğrusu beni dehşete düşüren bir kesinlikle hatırladım ki, ben onu caydırıcı, evet neredeyse itici bakışlarla süzerken, buz gibi bakışlı gözlerinin üzerindeki kaşlarını yukarı kaldıran bu serinkanlı, bu kibirli, bu soğuk kadın, daha iki ya da üç ay önce bir yatakta, hayvanlar gibi çırılçıplak ve şehvetten inleyerek adamın biriyle oynaşıyordu, bedenleri iki dudak gibi birbiriyle kaynaşmıştı... O beni öyle kibirle, tıpkı bir İngiliz subayı gibi yanına yaklaştırmayan bir soğuklukla süzerken, işte bu yakıcı düşünce düştü aklıma... işte o zaman... o zaman birden bir yay gibi geriliverdim, o kadını aşağılamaktan başka bir şey düşünemez oldum... o andan başlayarak giysisinin altındaki çıplak bedenini gördüm, o andan başlayarak o kadına sahip olmak düşüncesiyle yaşadım, o katı dudaklarının arasından bir inleyiş duymak, bu soğuk, bu kibirli kadını, tanımadığım öteki erkeğin yaptığı gibi şehvetin koynuna düşürmek düşüncesiyle yaşadım. Size açıklamak istediğim buydu... Ne kadar sefil bir duruma düşmüş olursam olayım, daha önce hiçbir zaman doktor olmamdan yararlanmadım... Ama bu kez şehvet yoktu işin içinde, kızışma ya da cinsellik yoktu... gerçekten yoktu... olsaydı söylerdim... yalnızca kibire baş eğdirmek hırsı vardı, erkek olarak baş eğdirmek... Sanırım daha önce söylemiştim size, kibirli, soğukkanlı görünüşlü kadınların benim üzerimde etkinlik kurduklarını... ama bir de şu vardı: yedi yıldır burada yaşıyordum ve bir tek beyaz kadınla bile birlikte olmamıştım, bana direnilmesine alışkın değildim... çünkü buradaki kızlar, bu cıvıl cıvıl, küçücük, narin hayvancıklar bir beyaz, bir 'beyefendi' kendilerine sahip olduğunda saygıdan tir tir titrerler... teslim olurlar, her zaman açıktırlar size, alçak sesle, kesik kesik gülerek size hizmet etmeye hep hazırdırlar... oysa tam da bu boyun eğiş, bu kölelik işin zevkini kaçırır. Kibirli ve nefret dolu bir kadın ansızın çıkıp gelince benim nasıl perişan olduğumu şimdi anlayabiliyor musunuz? Baştan ayağa kapalı, ama aynı zamanda giz dolu ve eskil tutkularla yüklü... böyle bir kadın böyle bir adamın, böylesine yalnız, aç ve kafese tıkılmış insan-hayvanın yanına gelince... Bundan sonrasını, yani şimdi anlatacağımı anlamanız için size bunları söylemem gerekti... Ne diyordum, gözümü hırs bürümüştü, o kadının, çıplak, kösnül, tutkulu halini düşünmek beni adeta zehirlemişti; kendimi toparladım, umursamaz havalara girdim. Soğukkanlılıkla, 'On iki bin gulden mi?' dedim. 'Yo, bu kadar para için bu işi yapmam.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Amok Koşucusu
KurzgeschichtenStefan Zweig'ın en ünlü öykülerinden biri olan Amok Koşucusu, kendi ölümüne doğru koşan bir doktorun yıkımını ele alır. Tutkulu yaşamların yazarı Zweig, bir başyapıt niteliğindeki öyküsüyle aynı adı taşıyan bu kitapta, yok etme arzusundan yok olma...