Mahşer

978 84 8
                                    

Hayat, öyle bir kavram ki seni dipsiz bir kuyuya atardı.
Yine hayat öyle bir kavram ki attığı o kuyudan almasını da bilirdi.

Patlayan silah sesi hayrın habercisiydi. Gökhan sesin geldiği yere baktı.
Gökhan'la birlikte, diğerleri de sesin geldiği yere baktı.

Yirmi birli yaşlarında, uzun boylu, bir kadın yanlarına geldi.
Elindeki tüfeği Gökhan'a silah doğrultan teröriste çekti. Yüzünde peçe olduğu için yüzünü göremiyorlardı.

"Bırakın onu," dedi. Genç kadının sesinde hiçbir duygu belirtisi yoktu.

"Hadi ya buna sen mi karar veriyorsun?" dedi. Namlunun ucundaki terörist.

Genç kadın gülmeye başladı.

"Cesaretine hayran kaldım ama dediğimi yapmazsan beynini uçururum," dedi.

Sözlerini tasdiklemek için yanındaki teröristi etkisiz hale getirdi. Terörist korksa da, geri adım atmadı.

"Belli ki bunların ele başı sensin. Babam her zaman der ki;
"Bunların başındaki yılanın başını ezersen istediğini elde edersin. Başsız kalan yılan dediğini yapmaya mahkumdur" ve sen çoktan eceli ayağına çağırdın," deyip tek kurşunla işini bitirdi.

Yere düşen terörist ile diğerleri de, genç kadını hedef aldılar.

"Sizden korktuğumu filan sanıyorsanız fena halde yanıyorsunuz. Şimdi," dedi. Sesi demir kadar sert çıktı.

Gökhan'ın önüne geçti. Amacı Gökhan'ı tehlikelerden korumaktı.

"Ya geri basın, ya da," deyip yerdeki teröristi gösterdi.

"Ya da sonunuz onun gibi olsun. Ha ben illa cehenneme gitmek istiyorum diyorsanız benim için hava hoş," deyip teröristlerden birini daha indirdi.

"Şimdi karar verin. Ya geri çekilin, ya da geberin. Ben hiç kimseye ikinci bir şans vermem."

Gökhan önündeki kadının cesaretine hayran kalmıştı. Kadın, birini daha indirdi.
Gökhan gülümsedi. Ne zamandır beklediği aşk hiç beklemediği bir anda kalbine tohumlarını ekmeye başlamıştı. Henüz farkına varmasa da.

Bozkurt timi üzerlerine kurulmuş olan tuzağa doğru adım adım yaklaşıyorlardı.
Bu sefer karşılarında iki üç çapulcu yoktu.
Yılan kadar tehlikeli bir düşman vardı. Onu da alt edeceklerdi ama onu alt edene kadar da, kaç silah arkadaşını kaybedeceklerdi? Orası muaammaydı.

Gaye sonunda normal odaya alınmıştı. Karşısında babası ile yıllar sonra kavuştuğu ablası vardı.
Üçü de söze nereden başlayacağını bilmiyordu.
Bu yüzdendi aralarında anne karnında  gelişen bebek misali süregelen sessizlik.

"Baba, Abla." Sonunda sessizliği Gaye bozdu.

Ayla gülümsedi. Kardeşinin yanına yaklaştı. Canını yakmamaya çalışarak kardeşine sarıldı.

Handan hastanenin kafeteryasında oturmuş son üç gündür olanları düşünüyordu.
Dün bir kadının daha duyguları ile oynanmıştı.
Karışan tahliller yüzünden Doktor Yavuz, eşi gibi hasta yakınlarına yanlış bir bilgi vermişti.

Bir kadına da anne olamayacağını söylemişlerdi. O kadının çığlıkları hala kulaklarında çınlıyordu.
Söyledikleri yanlış bilgi yüzünden kadın fenalaşıp yoğun bakıma alındı.
Kadın şimdi yoğun bakımda yaşamak için savaşıyordu.

Birde bütün sorumluluğu bundan sonra Handan'a verilmişti. Doktor Yavuz'un yaptığı hatayı kendi yapmış gibi utanıyordu.
Ama daha fazla onların yaptığı sorumsuzluğa katlanamazdı.
Önce Doktor Yavuz'la konuşacaktı, sonra gerekirse Başhekim ile konuşacaktı.
Zaten Başhekim aile dostları oluyordu.
Handan önünde duran kahveyi bir dikişte içti. Zaten az kalmıştı. Sonra Doktor Yavuz'la konuşmak için asansöre doğru ilerledi.

Vatan SağolsunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin