Türkiye'ye döndüğümüzde de Londra'da ki hızımızdan hiçbir şey kaybetmeden devam ediyoruz hayatımıza . Her şey için o kadar çok acelemiz var ki; ailelerin tanışması, nikah tarihi alma, ev arama, eşya bakma, Bulut'un çokta zorlanmadan babasının emekli olduğu hava yolu şirketinde işe başlaması her şey bir anda oluyor. Birbirimizle baş başa kalmak için bile hiç zamanımız yok; ona gerçekten kavuşmak için sayılı günler kaldığıyla avutuyorum kendimi ve bir de gelecek için kurduğumuz hayallerimizle o, benim çok ünlü biri olmamı hayal ediyor hep. Dopdolu bir mekanda beni en önden izlerken görüyor kendisini. Tanınmak benim için o kadar önemli değil aslında ama söylediği tek bir şey onun hayallerinin peşinden koşmaya itiyor beni.''Aşkımızı bir gün herkes bilecek, birbirimizi ne kadar sevdiğimizi herkes konuşacak bir gün. Herkes kıskanacak bizi ve bu senin sayende olacak.''
O gece uyumadan hemen önce söylediği bu söz ikna ediyor beni. Bende onunla aynı hayali kurarak dalıyorum uykuya, telefonun rahatsız edici sesiyle yatağımdan fırlayana kadar. O telefon sesi içimdeki tüm bu umutları , baş etmekte zorlandığım korkulara, endişelere bırakıyor. Ekranda Bulut'un adı bir yanıp sönerken saat ilişiyor gözüme. Bir endişeyle açıyorum telefonu, telefonun ucunda yabancı bir sesle karlılaşınca içimdeki endişe daha da büyüyor.
''Bu telefonun sahibini tanıyor musunuz?''
''Ee-evet.'' Kekeleyerek konuşuyorum.
''Eşiniz mi?''
''Sevgilim.''
Telefondaki ses bir an duraksıyor.
''Hanımefendi, telefonun sahibi bir kaza geçirdi hastaneye gelebilir misiniz?''
''Anlamadım.Nasıl peki durumu, yani iyi mi?'' Bu soruyu sorarken alacağım cevap o kadar çok korkutuyor ki beni ama yine de sormak zorundayım.
''Hastaneye kaldırdılar, orada size açıklama yaparlar, Tanıdığınız yakınlarına da haber verir misiniz lütfen? ''
''Ben, ben yapamam babası babasını arayabilir misiniz lütfen?'' Karşıdaki kişi bu acı dolu ricamı geri çevirmiyor. Konuşabilecek halde, hele ki babasına oğlunun kaza geçirdiğini söyleyebilecek halde hiç değilim.
Babamı uyandırıp göz yaşları içinde anlatıyorum olanı biteni hemen hasteneye gidiyoruz. Yolda kaç defa ölüp dirildiğimi sayamıyorum bile.
Hastanenin kapısına gelince, koştura koştura giriyorum içeriye. Danışmadan yoğun bakıma yönlendiriyorlar. Ben oraya vardığımda babası çoktan gelmiş bile. Ne desem, ne yapsam bilemiyorum. Sadece bir kere tanıştık ve bu tanışmanın çok sıcak bir tanışma olduğunu söyleyemem. Zaten çocuklarının yaptığı hiç bir şeyden mutlu olmayan, onları hep yetersiz bulan ebeveynlerden. Ama sanırım oğlu için en büyük hayal kırıklığını bugün yaşıyor, onunla geçirecek çok daha fazla zamanı olduğu düşünüyordu belli ki. Zaten ne kadar ilgisiz olursa olsun hangi babanın aklına gelirdi ki çocuğunun kendisinden önce gidebileceği. Ona kızgındım Bulut'a yaptıkları için zaten annesiz kalan bir çocuğu babasızda bırakmaya çalıştığı için, ne yaparsa yapsın Bulut'la gurur duyduğunu hiç söylemediği için, mezun olurken, evlenmek istediğini söylerken,evleneceği kadını onunla tanıştırırken yeterince heyecanlı, mutlu olmadığı için, Bulut'un aklında attığı her adımada bir ''acaba'' bıraktığı için ama ona üzülüyorum, ben bu haldeyken bir baba olarak onun nasıl korktuğunu, endişelendiğini hayal bile edemiyorum. Hayatım boyunca her şey olabilirdim ama bu bir kaç saat içinde on yıl yaşlanan bu adamı görmezden gelecek kadar vicdansız olamazdım. Yanındaki boş koltuğa oturup buz gibi olan ellerini tuttuyorum her şeye rağmen o bir baba. Belki hatalar yapmış, belki elindekinin değerini bilememişti ama bugün bu koltukta otururken oğlunun onun istediği kişi olup olmaması, takdir edilmeye değer biri olup olmaması hiç önemli değildi önemli olan tek şey o yattığı odadan sağ salim çıkabilmesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yarın Diye Bir Şey Yok (Tamamlandı)
Tajemnica / Thriller"... Üzerimdeki ölü toprağı rüzgara karışıp giderken kendimi hiç hissetmediğim kadar canlı hissediyorum. Aslında en büyük hayalimiz sabah uyanabilmek olmalı, eğer yarın sabah uyanamayacağımızı bilsek hangi hayal kırıklığımız yakabilir canımızı? Nefe...