Ona harika bir sürpriz yapmayı planlamıştım. Ancak size şuan onu söylemeyeceğim. Eve geldiğimde saat 11 civarıydı, annem de benim yanıma gelip adamla aramızda neler geçti diye sordu. Ben de olanları anlattım. Annemi şaşırtmamıştı bu açıkçası.
"Benim tahminlerim arasındaydı." dedi pek de şaşırmayarak. "Şöyle bir tahminim vardı; Olivia'nın annesinin zengin bir akrabası veya arkadaşı vardı ve öldükten sonra Olivia'ya para bıraktı. Hiç yoktan iyidir, yine de yaklaşmışım. Ee, adam şimdi parayı falan istemiyor değil mi?"
Gülerek "Hayır." dedim. "Sadece olayı aydınlatmak istemiş. Biraz depresif görünüyordu. Ama sebebini de biliyorum aslında. Olivia'nın annesi adama Olivia'ya bakmasını söylemiş, adam da sadece para yollamakla yetinmiş. Bu yüzden vicdan azabı falan hissediyor herhalde."
'Anladım' dermiş gibi başını salladı. Ben de etrafa bakındım, babam etrafta yoktu. Silahımı hırkamın iç cebinden çıkartıp çekmeceme koydum. Annem bu duruma alışmış gibiydi, hiçbir şey demedi buna çünkü. Biraz odamda müzik dinledikten sonra annem odama gelip "Yarın pazartesi." dedi.
"Lanet olsun!" dedim yerimden doğrularak. "Salı günü son sınavımız olacak. Yarın da Hopkins sınav yapacaktı. Her neyse... O beni geçirir herhalde."
Böylece rahat bir şekilde uyudum. Geçen hafta çarşamba okula giderken Hopkins arabayla gelip beni almıştı. Sonra şu çöle gitmemiz, Marty'nin ölümü falan filan derken çarşamba, perşembe ve cuma okula gidememiştim. Ama annem o günler için izin almıştı. Bu yüzden sınavlara girebilecektim. O gün sınıfa girdiğim gibi müdür yardımcımız bizi yanına çağırdı.
"Peter, kuzeniniz vefaat etmiş doğru mu evlat?" diye sordu. Annemin bu yalanı uydurduğunu düşünerek olumlu yanıt verdim. Böylece konuşmaya devam etti. "Başınız sağ olsun, huzur içinde yatsın. Okula gelebildiğine göre kafanı toparlayabildiğini tahmin ediyorum? Bugün Bay Hopkins sizi sınav yapacaktı. O sınavdan çıktıktan sonra yanıma gel, benim gözetimim altında giremediğin sınavlara girersin."
"Ama efendim, Bay Hopkins'in dersi son ders." dedim son dersten sonra da okulda kalmaya korkarak.
"Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu çaresiz bir şekilde omuz silkerek.
"Şuan da tüm sınavları olabilirim isterseniz, zaten biliyorsunuz yaz tatiline yaklaştık ve tüm sınavlar bittiği için öğretmenler bizi serbest bırakıyor." dedim ben de.
Böylece ilk üç ders saatini giremediğim sınavları çözerek geçirdim. Ondan sonraki iki ders spor dersiydi. Dışarıda öylece oturdum. Diğerleri basketbol oynarken, ben kafamı dinliyordum. En azından kısa bir ara vermişti beynim. Düşünsenize, üst üste matematik, geometri ve İspanyolca sınavına giren bir beynin durumu nasıl olabilirdi?
En sonunda 6. yani son derse geldik, Hopkins bana birkaç sorunun cevabını verip geçmemi kolaylaştırmıştı. Sorduğu on sorunun dokuzunu yapmıştım. Yedisinden emindim. Yani kesinlikle dersinden kalmayacaktım. On dakika kalmıştı. Telefonum çalmıştı. Tanrım... Telefon çaldığında kimya dersinde olsaydım o telefonu kesinlikle geri alamazdım.
Telefona baktım, arayan Olivia'ydı. Bay Hopkins'in dersinde olduğum için şanslıydım. Ayağa kalkıp onun yanına gittim ve fısıltıyla "Arayan Olivia." dedim.
"Çıkabilirsin Peter." dedi, böylece dışarı çıkıp telefonu açtım.
"Peter." dedi.
"Olivia?" dedim.
"Bahçemde karavana bağlı yavru köpekle ne gibi bir bağlantın var acaba?" diye sordu iğneleyici bir tonla.
"Düşüneyim..." dedim ve güldüm. "Onu alan benim, sana hediye olarak veren benim, ha bir de evet karavana bağlayan da benim evet. Yani evet, mutlu yıllar."
"Mutlu ne?" dedi ne diyeceğini bilemeyerek. "Bir dakika, doğum günüm müydü bugün?"
Cidden rol falan mı yapıyordu yoksa benim gibi, o gün doğum günü olduğunu başka insanlardan öğrenen biri miydi?
"Bana doğum günlerinin saçma olduğunu söylemiştin." dedi şaşırarak.
"Aslında evet, zaten öyle." dedim durumu toparlamaya çalışarak. "Aslında bu hediyeyi başka bir gün verecektim. Dün kimliğini düşürmüştün ya hani, ona bakarken gördüm doğum gününü. Sonra... Sana bir hediye almam gerektiğini düşündüm."
"Ama alman gerekmiyordu." diye itiraz etti.
"Ama almak istedim." diye karşı çıktım ben de. "Olivia, sırf ben istediğim için gidip karavan almış birisin. Lütfen hediyeyi kabul et de şu inatçılığı kes."
İç geçirerek "Peki..." dedi. "Bir köpek fena olmazdı aslında, iyi düşünmüşsün. Peki adını ne koyacağız?"
"Adını Marty koymayı düşünmüştüm ben." dedim biraz çekinerek.
Marty onun neşe kaynağı gibi bir şeydi. Sürekli ona sarılıyor, öpüyordu. Sanki ona baktığında mutluluğu artıyor gibiydi. Ama Marty ölmüştü. Onun yerini tutmaz belki, ama en azından elimden geleni yapmaya çalışıyordum ben. Peki bu onu daha mı çok üzecekti, yoksa neşesi yerine mi gelecekti?
"Peter, sen..." dedi ve güldü. "Sen harikasın."
"Biliyorum." diyerek telefonu kapattım. Durum tersine dönmüştü. Bu sefer 'Sen harikasın' diyen oydu.
Kapıyı tekrar açıp Bay Hopkins'e doğru ilerledim ve kulağına "Bir sorun yok, öylesine aramış. Ben eve dönüyorum." dedim ve böylece okuldan çıkıp yürümeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Ficção AdolescenteTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...