Ben bile heyecanlıyım ayy
Uyarı: 500 Days With Summer [Aşkın (500) Günü] spoilerı içerir. İzlemeyenlerin bilgisine :D
–––––
ON ALTINCI BÖLÜM
Gözyaşlarımın görüşümü bulanıklaştırmasının bir oyunu sanarak gözlerimi kırpmıştım. Taemin, tam olarak doğrudan bana bakmıştı ve yüzündeki anlayamadığım o ifadeyle mekandan dışarıya çıkmıştı.
Kabalık olur düşüncesiyle bu durumda bile Gyujin'in kollarından, alınmamasını sağlayacak bir biçim kaçıvermiştim. Elimin tersiyle yüzümdeki yaşları silerek Gyujin'den müsaade istedim. "Gitmem lazım."
"Şimdi mi? Daha parti başlamadı bile." Gyujin daha fazla soru sormasın diye ceketimi giyindim.
"Kendimi iyi hissetmiyorum. Biraz dinlenmem lazım."
Az önceki duygu karmaşama tanıklık ettiği için üstelemedi. "Haklısın. İyice dinlen, tamam mı?" Beklediğim her saniye Taemin'in daha çok uzaklaşmasına sebep olduğu için başımı sallayarak cevap verdim ve sandalyemi yerine iterek masadan uzaklaşmaya başladım. Düzgün bir şekilde düşünebilmem için öncelikle şu gürültülü ortamdan kurtulmam gerekiyordu.
"Minjae!" Gyujin'in yersiz seslenmesine kayıtsız kalmayarak cevap verdim. Masanın üzerinden aldığışemsiyeyi bana atarak göz kırptı. "Sanırım bu senin."
Şemsiye getirmediğimi hatırlarken Gyujin elindekini bana attığında şemsiyenin hiç de yabancı olmadığını fark ettim, çünkü bu şemsiye daha evden çıkarken bizi yağmur konusunda uyaran Taemin'in şemsiyesiydi. "Sağ ol." Gyujin'e gülümsedikten sonra kalabalığın arasına karışmıştım.
Sonunda dışarıya çıktığımda saatimi kontrol ettim. 23.32. Malum gün olduğu için gecenin bu saatine rağmen caddeler hala ışıklarla ve insan kalabalığıyla doluydu. Derin bir nefes aldım. Bunca kalabalığın arasında Taemin'i görüp seçebilmem zor olacaktı ki işin içine benden dakikalar önce binayı terk etmesi de girince yemeğe ekstradan koyulmuş tuz hissini veriyordu.
Hızlı adımlarla kalabalığın aksi yönüne doğru ilerlemeye başladım. Taemin'in pek parti çocuğu olmaması onun doğrudan eve gitmiş olma olasılığı yüzdesini arttırıyordu. Bu yüzden gelen insan seline aldırmadan köşeyi dönüp sokağa girince buranın caddeye rağmen daha tenha olduğunu gördüğümde rahatladım. Şimdi tek yapmam gereken siyah kabanlı, kahverengi saçlı ve büyük ihtimalle tek başına yürüyen –gerçi partideki kızla dışarıda buluşma ihtimali de vardı– bir çocuğu fark edebilmekti.
Yaklaşık beş dakikadır yürümeme rağmen onu göremeyince adımlarımı hızlandırdım. Yağmur çiselemeye başladığında yüzüme düşen birkaç yağmur damlasının kurumasını beklemeden elimle yok ettim. Yağmur biraz daha bastırmaya başladığında şemsiyeyi açtım ve daha hızlı hürümeye başladım. Taemin'in şemsiyesi bende olduğuna göre yolda yürürken ıslanabilirdi.
Kollarını birbirlerinin omuzlarına atmış tuhaf bir şekilde yürüyen iki adam kaldırımda ilerlemeye çalışıyorlardı. Ellerindeki şişeleri görmemiş olsam bile sarhoş olduklarını anlayabilirdim. Bana doğru yaklaştıklarında yanımdan geçip gitsinler diye onlara yer açmıştım ama soldaki adamın, yağmurun ıslattığı kaldırımdaki ayağının kaymasıyla bir anda, birlikte benim olduğum tarafa doğru süreklenmeleri bir oldu. Kendimi korumak için kenara kaçacakken bir çift elin kollarımdan beni yakalamasıyla şemsiyemin düşmesinin ve birkaç saniye boyunca görüşümün kapanmasının ardından kendimi dar bir sokakta duvara çivilenmiş bir şekilde bulmuştum.
"Bu saatte tek başına dışarıda ne yapıyorsun? Delirdin mi?!" Karşımda Taemin'in daha önce hiç görmediğim o karanlık gözlerini görünce şaşırmıştım. Onun mutluyken, dalga geçerken, sırıtırkenki yüz ifadelerine alışkın olduğum için bu karanlık bakışlar tüylerimin üpermesine sebep oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
When Love Calls You
FanfictionBir gün uyandığınızda gözlerinizi farklı bir evde açmış olsaydınız, ne hissederdiniz? Peki bu farklı evde, içinde yaşamak istediğiniz en son kişi bulunsaydı? Sadece iki ay içerisinde duygularınızın kontrolünün sizin elinizden çıkacağını bilseydiniz...