no one has to see

1K 127 35
                                    

iyi ki.

💌 years&years-memo

one shot

no one has to see

Mutluluk nedir?

Gülmek midir yoksa ağlamak mı? İyi hissetmek midir, kötü hissetmek mi? Son zamanlarda kendime sorduğum sorulardan birisi de buydu. Cevapsız kaldığım yahut dinlenmediğim zamanlar çok olmuştu fakat kendimi bulma yolculuğumda bana cevap veren sayılı insanlardan birisi Min Yoongi isimli ağabeyimdi.

Her ne kadar ona bir ağabey gözüyle bakmasam bile çevremdeki insanlar ve düşünceleri zihnimin bir kenarında öylece beni yargılıyordu. Kendimi durdurmam imkan dahilinin dışındaydı. Sürekli düşünmek, atacağım adımlarımı sağlam bir şekilde atmak zorundaydım. Ünlüydüm. Dünya tarafından tanınan bir grubun solisti, dahası en küçük üyesiydim. Göze çarpıyordum.

"Kitabın daha bitmedi mi?" Saat neredeyse üçe geliyordu. İnsanların uyumalarını bekleyip bu kalabalık şehirde en tehlikeli saatlerde yürümek zorundaydık. Aydınlık güven verici değildi, karanlık her sokak benimdi, bizimdi. Özgürlüğümüz demekti. Odama ışık veren sarı lamba onun kirişten görünen beyaz tenine vuruyordu. Sesi mızırdanmaya başlayan bir çocuk gibiydi, sevimliydi.

"Bitirmedim." dedim.

Neredeyse bir otuz sayfam daha vardı. Beni bekleyeceğini biliyordum. Beklerdi, beklemişti. Sadece o da değil, asıl bekleyen bendim aslında fakat olsundu. Hiçbir eşik sonsuza kadar kapalı kalmazdı. Ben anahtarımı bulmuş, kapımı açmıştım. Kimse önümde durup benim o kapıdan içeri girmemi engelleyemezdi. Emek; çabaydı, yorgunluktu. Yıllar sonra bu çabamın sonucunun bu kadar güzel olacağını bilemezdim. Kirişten içeri girip arkasından kapıyı kapattı. "Acıktım." dedi.

Biliyordum, ben de açtım. Yine de gün içinde atıştırmalıklar yediği için aklım onda kalmıyordu. Uğraştığım kaslarımın yok olmaması için günlerce aç yatıp kalktığımı biliyordum. Sağlıksızdı fakat yoğun tempo içerisinde çalışan biriydim. Gece yemektense sadece su içmek daha sağlıklı geliyordu. "Biraz daha bekleyemez misin?" diye sordum. Dedim ya bekleyeceğini biliyordum diye. Bunu ondan duymak istemiştim. Siyah beresini saçlarından çıkardı. İpek gibi yumuşak saçları kafasında hafifçe elektriklenmişti. Dokunsam tutuşurduk.

Sanki daha önce tutuşmamış gibi.

"Beklerim." dedi. Kitabımdan bahsetmediğimi anlayacak kadar tanıyordu beni. Sevgisine hep açtım ve yalnız kaldığımız zamanlarda bunu belli etmekten çekinmezdim. Sandalyemin ayak ucuna oturup kafasını dizime yasladı. Aralık dudaklarındaki ılık nefesleri bacaklarımı okşadı. Elim yuvasına, saçlarına gitti. Olması gereken yer orasıydı. Ya ellerine değmeliydim ya saçlarına ya da gözlerine. Değmeliydim, hissetmeliydim. Hissedemediğim her an ağlayacak gibiydim. Onun sevgisine açtım. Çok sık göstermezdi şefkatli yüzünü. Özellikle kameralar varken, çevremizde bizi izleyen gözler kol gezinirken. Somurturdu, yaklaşmazdı, uzaklaştırırdı beni. Alışmıştım onun bu hallerine. Eskiden iyiydik, yeniydik, toyduk. Bu son yıllar eski tempolarımızı katladığında yüklerimiz sırtlarımızda taşıyamayacak raddeye geldiğinde vermişti kararını.

"Korkumdan konuşamıyorum aslında," demişti. "Beni dinlemenden çok söylediklerimi anlamandan korkuyorum. Bakıyorsun, görüyorsun, korkuyorum. Kaçırmıyorsun gözlerini, yaralarımı görüyorsun. Susmak zorundayım. Seni sevdiğimi söylersem, kulakların işitirse bunu, zarar verirler sana. Kaldıramam. Anlıyor musun?" İlk o zaman öpmüştüm onu. Güzel yanaklarına ellerim değdiğinde dokunmuştum gözyaşlarına, kalbine. İlk anahtarımdı, ilk kapımdı. Son hayalimdi.

no one has to seeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin