"Bütün sıradan insanlar ev diyebileceği bir şey ister; sıcak ve bakımlı bir aile; ara sıra küçük mutluluklar; arada bir cömert ve büyük bir mutluluk."R. Jones
Annem, yanına yardıma gittiğim zamanların çoğunda sofrayı kurmam için 'porselen yemek takımını' kullanmamı söylerdi. Bu durum o kadar sık gerçekleşirdi ki, anneme sormaya bile gerek duymuyordum artık. Sofrada porselen takımı görmek istediğini düşünüyor ve benden istediğini gerçekleştiriyordum.
Bir akşam yine ben sofrayı hazırlarken Leah isimli komşumuz birden çıkageldi. Leah, kapıyı çaldığı sırada annem yemeklerle uğraştığı için, mutfaktan, "İçer gel," diye seslendi. Leah büyük mutfağımıza adımını attığı an güzelce hazırlanmış sofrayı ve yemekleri görünce, "Ah, yanlış zamanda geldim sanırım. Misafir gelecek galiba. Keşke önceden arasaydım, neyse sonra uğrarım ben," deyip hemen kapıya geri yöneldi.
"Hayır, hayır," diye seslendi annem ona, "Misafir falan gelmeyecek, biz bizeyiz."
"O zaman neden porselen takımını çıkardın? Ben, benimkileri taş çatlasa senede bir kere kullanıyorum."
"Çünkü bu akşam evdekilerin en sevdikleri yemekleri yaptım. Misafirlere yaptığımız güzel yemekler için porselenleri çıkarıyoruz da neden kendimiz için de çıkarmayalım? Tanıdığımız en özel insanlar ailelerimizi oluşturmuyor mu zaten?"
Leah, annemin ailemize verdiği önemi hâlâ anlayamamış olacak ki, "Tamam da bir parça bile kırılsa takım bozulmuş olacak," diye yanıtladı annemi.
"Ailemle birlikte ağız tadıyla geçirebileceğim bir akşam yemeği için birkaç kırık tabak feda edebilirim sanırım," diye açıkladı annem ve şöyle devam etti: "Hem her kırığın bir öyküsü vardır, değil mi?" Bunları söylerken iki çocuk annesi olan Leah'nın da benzer öykülere sahip olduğunu, onu anlayacağını düşünüyordu.
Annem tabak raflarının yanına gidip, eline bir tabak aldı ve Leah'ya doğru gösterdi. "Şuradaki kırığı görüyor musun? O zamanlar 17 yaşındaydım, o günü asla unutamam."
Sözcükler ağzından dökülürken sesi yumuşamış yüzüne bir pembelik gelmişti. Bir başka zamana yolculuk etmiş gibiydi. "Bir sonbahar günüydü. Ağabeylerim, çiftlikteki son işleri tamamlayabilmek için genç, güçlü ve yakışıklı bir işçi getirmişlerdi. Annem de o gün benden kümede gidip yumurtaları almamı istemişti. İşte o an yeni işçimizi gördüm. Birkaç dakikalığına olduğum yerde kalmış ve ağır balyaları yüklenip taşırken omuzlarının aldığı şekli izlemiştim. Nasıl da kolayca alıp savuruyordu o kadar ağır şeyleri... Güçlü kolları ve simsiyah saçlarıyla çok yakışıklı bir adamdı. Onu izlediğimi fark etmiş olacak ki dönüp bana baktı ve gülümsedi." Annem bir yandan anlatırken bir yandan da elini tabakta gezdiriyordu.
"Sanırım ağabeylerim de onu sevmişti; çünkü akşam eve, yemeğe çağırmışlardı. Yanına oturduğum anı dün gibi hatırlıyorum. Nerdeyse nefessiz kalmıştım. Bir yandan da utançtan ölmek üzereydim; çünkü ona bakarken yakalamıştı beni. Ve ben o an sofrada onun yanında oturuyordum. Dilim damağım kurumuştu ağzımı bile açamaz hâle gelmiştim. Kalbim heyecanla çarpıyordu." Annem birden bu hikâyeyi küçük kızının ve komşusunun karşısında anlattığını hatırlayıp, kendini toparladı.
"Neyse işte, annem bu servis tabağını bana uzattığında ellerim heyecandan sırılsıklam olmuştu ve terliyordu. Tabağı almak için uzandığımda tutamadım. Elimden kaydı ve tencereye çarptı. İşte şurada gördüğünüz kırık o akşamdan kalmadır."
Leah kendini tutamayıp, "İyi de bu benim unutmak istemeyeceğim bir anı olmazdı yine de," dedi.
"Tam aksine, ben bu anıyı asla unutmak istemiyorum," dedi annem, "Çünkü tam bir yıl sonra o mükemmel adamla evlendim. Ve işte şimdi bile bu tabağa baktığımda onunla tanıştığım o güzel günü hatırlayıp, mutlu olabiliyorum." Bu şekilde durumu açıkladıktan sonra tabağı aldığı yere bıraktı. Dikkatlice onu izlediğimi görünce bana göz kırptı.
Anlattığı bu güzel, aşk dolu hikâyenin Leah üzerinde pek de bir etki yaratmadığını gören annem, rafa uzanıp hemen bir başka tabak aldı. Bu kez elinde tuttuğu şeye tabak demeye bin şahit lazımdı. Kırılmış parçaların yeniden yapıştırılmasıyla oluşturulmuş bir şeydi.
"İşte bu da oğlum George'un doğduğu günden kalma. Hastaneden yeni gelmiş, yemek yemiştik. Büyük kızım da sofrayı toplarken bana yardım etmek istemişti ama bu tabağı elinde tutamamıştı. İlk gördüğüm an üzülsem de, 'Ne olacak ki, yalnızca bir tabak,' diye düşünmüştüm. Sonrasında da hep birlikte parçaları toplayıp yapıştırmak için oldukça zaman harcamıştık."
Annemin porselen takımıyla ilgili başka hikâyelerinin de olduğuna oldukça emindim.
Aradan günler geçti ve ben annemin bu kırık tabak hikâyelerini hiç unutmadım. Bir gün annem ve babam evde yokken kardeşime bakma görevi yine bendeydi. Her zaman yaptığım gibi annemin odasına koştum. Sandalyeyi dolabın önüne çekip üzerine çıktım ve dolabın içindeki çekmecede duran mücevher kutusuna ulaştım. Ne zaman evde tek olsam, bu kutudakileri takıp takıştırır, anneme benzemeye çalışırdım. Onun gibi bu mücevherlere sahip olacağım günleri düşünürdüm. Kutuda büyükannemden kalma bir broş ve anneannemin, anneme düğününde hediye ettiği inci küpeler vardı.
Ama o gün o kutuya baktığımda küçük bir ayrıntı dikkatimi çekti. Küçük beyaz bir porselen parçasıydı bu. Elime aldığım gibi koşarak kendimi mutfağa attım. Rafa uzanıp kırık tabağı aşağıya indirdim ve elimdeki küçük porselen parçayı tabağın kırık ucuna tuttum. Tahmin ettiğim gibiydi.
Annem, babamla tanıştığı gece kırdığı tabağın parçasını bile saklamıştı. Hatta öyle ki, onu en değerli eşyalarının yanında bir mücevher kutusuna kapatmıştı.
Artık anneme duyduğum saygı kat kat artmıştı. Dikkatlice kırık tabağı yerine koydum ve küçük porselen parçasını da annemin odasına, mücevher kutusuna geri götürdüm. Kırık porselen tabaklarının anneme ne ifade ettiğini artık daha iyi biliyordum. Kırdığı tabaktan saklı kalan küçük bir porselen parça ile annem ve babam 53 yıllık bir evliliğin altına imzalarını atmışlardı.
Zaman geçip ablalarım evlenmeye başladığında düğün hediyesi olarak biri annemden ona kalan broşu, diğeri de inci küpeleri istedi. Ben de ablalarımın bu güzel aile yadigârlarına sahip olmasını istiyordum. Benim istediğim tek şey, o küçük porselen parçasıydı. Mükemmel bir kadının, eşine ve ailesine olan aşkını simgeleştiren o küçük, beyaz porselen parçasını istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya Kokulu Hikâyeler
Cerita PendekUmudunu yitirme, Şu hayatta bir şeyin bitişi her zaman başka bir şeyin başlamasına sebep olmuştur.