"Anneler, her şeyi görmeseler bile kalpleriyle duyarlar."Ostrovski
Onu ilk kez fark edişimin nedeni elleriydi. Kaç yaşımda olduğumu anımsamıyorum, tüm varlığım, tüm benliğim o ellerle ilgiliydi. O eller, annemin elleriydi ve annem kördü.
Mutfak masasında oturur, boyama kitabımı boyardım. "Anneciğim, resmime bak. Bitirdim."
"Çok güzel olmuş," der, yaptığı işe dönerdi.
"Hayır, hayır," diye ısrar ederdim. "Parmaklarınla bak." O zaman yanıma gelir, ben de parmağını tutar, yaptığım resmin üzerinde gezdirirdim. Annemin resmi beğendiğini belli ediş biçimine bayılırdım.
Hayatım boyunca annemin her şeyi elleriyle nasıl hissettiği, yüzüme nasıl dokunduğu ya da ona gösterdiğim şeyleri nasıl hissettiği konusunda hiç kafa yormamıştım. Babamın, büyükannemin ya da evimize gelen birinin bana bakmasını, ona gösterdiğim şeyleri görmesini anlayabiliyordum ama annemin gözlerini kullanmaması bana hiç de olağandışı bir şey gibi gelmiyordu.
Gür ve uzun saçlarımı taramasını çok iyi anımsıyorum. Bir elinin başparmağını kaşlarımın arasına, işaret parmağını da başımın tam üstüne koyar, saçlarımı ayırırdı. Bunu o kadar düzgün yapardı ki, hiçbir zaman acaba yanlış mı ayırdı diye düşünmezdim.
Oyun oynarken düşüp, dizimi yaraladığımda, ağlayarak eve gelirdim. Dizimi yıkar, yara bandını da doğru yere yapıştırırdı her zaman.
Ama bir gün annemin belli şeylere dokunamadığını anladım. Evimizin önündeki kaldırımın üstünde ölü bir yavru kuş buldum ve anneme göstermek için eve getirdim. Elini alıp kuşa doğru yaklaştırırken, "Anne bak, ne buldum?" dedim. "O ne?" diye sordu. Tam o sırada avucu kuşun tüylerine değince, korkuyla haykırdı. "O ne?"
"Ufacık bir ölü kuş," diye yanıtladım onu. O zaman bağırmaya başladı, elini çekti ve kuşu atmamı ve böyle şeylere bir daha dokunmamamı söyledi.
Koku alma, işitme ve dokunma konularında bir ustaydı. Bir gün annemin masaya bir tabak kurabiye koymuş olduğunu gördüm. Gizlice bir tane alıp, yüzüne baktım. Acaba ne söyleyecekti? Hiçbir şey söylemedi, elbette, elleriyle dokunmadığı sürece hiçbir şey anlamayacağını düşündüm. Fakat kurabiyeyi yerken çıkardığım çiğneme sesini işiteceği hiç aklıma gelmemişti. Tam yanından geçerken, kolumdan tuttu. "April bir daha izinsiz kurabiye alma sakın," dedi. "İstediğin kadar yiyebilirsin ama önce izin alman gerek."
Biz dört kardeşiz. Bir ablam, bir ağabeyim ve bir erkek kardeşim var. Hiçbirimiz annemizin hangimizin ne yaptığını nasıl anladığını bir türlü anlayamazdık. Bir gün ağabeyim eve bir sokak köpeği getirdi ve onu yukarıya, odasına çıkardı gizlice. Çok geçmeden annem merdivenleri çıktı, ağabeyimin odasının kapısını açtı ve ona köpeği hemen dışarıya çıkarmasını söyledi. Evde bir köpek olduğunu anlamasına çok şaşırmıştık.
Büyüdükçe annemin bizi psikolojik olarak yetişdirdiğini anladım. Keskin kulaklarını ve burnunu kullanarak hiçbir zaman hata yapmadı. Köpeğin tırnaklarının merdivenleri çıkarken çıkardığı sesten anlamıştı her şeyi.
Burnu ne kadar güçlüydü! Bir gün bir arkadaşımla odamda bebeklerimle oynuyorduk. Bir ara gizlice annemin odasına girdim ve bebeklere annemin parfümünden sıktım. Sonra da anneme bir soru sormak için aşağıya inmek hatasına düştüm. Bana odasına girip, parfümünü sıktığımı söyledi hemen.
Ya kulakları? Yaptığımız her şeyi işitirdi o kulaklar. Bir gece tek başıma, oturma odasında ev ödevimi yapıyordum. Televizyon da açıktı ama sesi kısılıydı. Annem odaya girdi ve "April, sen ödevini mi yapıyorsun, yoksa televizyon mu izliyorsun?" diye sordu. Şaşırmıştım, ders yaptığımı söyledim. Daha sonra oturma odasında olanın ben olduğumu nasıl anladığını çok merak ettim. Kardeşlerimden biri olabilirdi. Bunu ona sordum. Başımı okşadı. "Bir tanem, bademciklerin alındı ama hâlâ ağzından nefes alıyorsun."
Yön duygusu da çok güçlüydü. Annemin iki kişilik bir bisikleti vardı ve hepimiz sırayla bisiklete binerdik onunla. Ben önde oturur pedal çevirirdim, o da arkada otururdu. Her zaman nerede olduğumuzu çok iyi bilir, her zaman bana yol gösterirdi. Bir yol ağzına geldiğimizi ya da sağdan hızlı bir arabanın gelmekte olduğunu hemen anlardı.
Peki, bir akşam ben banyo yaparken, hiçbir yerimi yıkamadığımı nasıl anlamıştı? Dokuz yaşımdaydım o zaman. Küvetin içinde oyuncaklarımla oynamış, çok eğlenmiştim. "April, daha ne kulaklarını ne de yüzünü yıkadın." Gerçekten yıkamamıştım ama nereden biliyordu? Elbette o yaştaki bir kız çocuğu oyun oynamak varken yıkanmazdı. Bizi büyütürken, aklını kullandığını da anladım.
Fakat bizi kaygılandıran bir şey vardı. Annem hiçbirimizin yüzünü tanımıyordu. On yedi yaşımdayken bir gün banyodaki aynanın önünde saçımı tararken, "Bizlerin neye benzediğimizi bilmiyorsun, değil mi, anneciğim?" diye sordum. O sırada saçlarımı okşuyordu, ne kadar uzadığını anlamak için.
"Elbette biliyorum," dedi.
"Seni ilk kez kucağıma verdikleri andan itibaren biliyorum. Her noktana dokundum ve başındaki yumuşacık saçları okşadım. Sarışın olduğunu da biliyordum, babam söylemişti. Gözlerinin mavi olduğunu biliyorum, söylemişlerdi. Çok güzel bir kız olduğunu biliyorum, herkes söylüyor. Ama en önemlisi, ben senin içinin neye benzediğini biliyorum."
Gözlerim yaşarmıştı.
"Çok güçlü olduğunu biliyorum; çünkü tenis oynamaya bayılıyorsun. İyi huylusun; çünkü kedimizle ve küçük çocuklarla nasıl konuştuğunu işitiyorum. Çok yumuşak yüreklisin. Çok çabuk incindiğini biliyorum; çünkü buna tanık oldum. İyi bir karakterin olduğunu biliyorum; çünkü kendini çok iyi savunuyor, hakkını koruyorsun. Bana karşı davranışlarından, insanlara karşı saygılı olduğunu biliyorum. Çok akıllı olduğunu biliyorum; çünkü senin yaşındaki genç kızlara göre kendini çok iyi idare ediyorsun. Çok azimli olduğunu biliyorum; çünkü kafana koyduğun bir şeyi yapıyorsun. Ailene çok bağlısın; çünkü her zaman kardeşlerini çok iyi koruyorsun. Sevme konusunda kapasiten çok; çünkü bunu hem bana, hem babana karşı çok sık gösteriyorsun. Kör bir annen olduğu için hiçbir zaman beni kandırmaya kalkmadın. Evet, bir tanem," dedi ve beni kendisine doğru çekti. "Seni görebiliyorum, senin neye benzediğini çok iyi biliyorum. Bana göre çok güzelsin."
Annem bunları tam on yıl önce söyledi ve ben de bir anneyim artık. Sevgili oğlumu kollarıma verdikleri zaman, ben de oğlumu annemin beni görebildiği gibi gördüm. Tek fark, benim oğlumu kendi gözlerimle görmemdi. Fakat zaman zaman ışığı kapatıyor, oğlumu kucağıma alıyor, ona dokunuyorum. Annemin neler hissettiğini anlamaya çalışıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya Kokulu Hikâyeler
Cerita PendekUmudunu yitirme, Şu hayatta bir şeyin bitişi her zaman başka bir şeyin başlamasına sebep olmuştur.