Jungkook
12 Haziran Yıl 19
Denizin yanındaki tren istasyonuna ulaştığımızda, güneş yakmaya devam ediyordu. Gölgelerimiz neredeyse görünmüyordu, ayaklarımızın etrafında belli belirsizlerdi. Güneşten saklanabileceğimiz hiçbir yer yoktu. Önce dalgaların sesini duyduk, sonra güzel kumlu bir plaj görüş alanımıza girdi. Yazın başıydı. Erken tatilciler çoktan şemsiyelerin altına tünemişlerdi. Taehyung ve Hoseok heyecanla önden koştular. İşaret ettiklerinde Jimin ve Seokjin de onlara katıldı.
Bana bağırdılar. "Jungkook!" Onlara el salladım ve neşeyle gülümsedim. Ya da neşeliymiş gibi görünmek için gülümsedim. Duygularımı belli etmekte ve farklı ortamlara adapte olmakta hala pek iyi değildim. Bir zamanlar biri bana ürkek, korkmuş bir çocuk gibi olduğumu söylemişti. O gün de aynen öyleydim. Diğerlerinin yanında huzursuz hissediyordum, sanki oraya ait değilmişim gibi.
Fevri hedefimiz olan denizde yapılabilecek pek bir şey yoktu. "Hadi yarışalım." dedi Hoseok ve koşmaya başladı. Diğer herkes arkasından koştu ama sonra pes ettiler. Fazla sıcaktı. Namjoon eski bir şemsiye bulup getirmişti. Yedimiz o şemsiyenin altına uzandık. Güneş ışığı şemsiyedeki yırtıklardan bize ulaşıyordu. Gölgede kalabilmek için kıvranıyorduk.
"Gidip bu taşı görmeye ne dersiniz?" Hoseok telefonunu kaldırdı. Plajdaki büyük bir taşın fotoğrafıydı. "Diyorlar ki, eğer bu taşın üstüne çıkıp denize doğru hayalinizi bağırırsanız gerçek oluyormuş." Jimin telefonu aldı ve fotoğrafa baktı. "Çok uzak değil mi? Buradan en az 3.5km" Yoongi yuvarlandı. "Ben gitmiyorum. Zaten hayalim falan da yok. Olsaydı bile, bu sıcakta 3.5km yürümezdim... Asla." Taehyung ayağa kalktı. "Ben gidiyorum."
Yırtık şemsiyenin altında yürümeye başladık. Kum, güneşin altında kavruluyordu ve hava o kadar sıcaktı ki nefes almakta zorlanıyorduk. Ayaklarımız yanan kuma bata çıka avare gibi plajda yürüyorduk. Hoseok şakalar yapıyordu, ama kimse cevap vermiyordu. Taehyung kendini yere attı ve pes ettiğini söyledi. Namjoon onu kaldırıp sırtından itti. Yüzlerimiz kıpkırmızıydı ve her yerimizden ter akıyordu. Tişörtlerimizi kullanarak kendimizi yellemeye çalıştık ama işe yaramadı. Ne olursa olsun, yürümeye devam ettik.
Bir ara, diğerlerine hayallerinin ne olduğunu sordum. Seokjin hayalinin iyi bir insan olmak olduğunu söyledi. Yoongi bir hayalinin olmamasının kötü bir şey olmadığını söyledi. Hoseok sadece mutlu olmak istediğini söyledi. Ve Namjoon. O ne dedi? Hatırlamıyorum, ama özel bir şey değildi. Yani, hiçbirimizin kovalayacak bir hayali yoktu. O zaman neden bu sıcak plajda hayallerimizi gerçeğe dönüştüreceği vadedilen ve 3.5km uzakta olan koca bir taşa doğru yürüyorduk?
Yürürken Namjoon, Hoseok ve Seokjin'in sırayla tuttukları şemsiyeyi attık. Güneşi biraz da olsun engelliyordu ama demir sapından dolayı çok ağırdı. "Şunu yapmayı bırak." Şemsiyeyi attıktan sonra dinlenirken Yoongi'nin bana söylediği şeydi bu. Başta, şaşırmıştım. Hatta Yoongi'yle çok az konuştuğumdan bana seslendiğini bile anlamamıştım. Yoongi bana parmaklarını gösterdi. "Benimkiler gibi olurlar." Tırnaklarını yediğinden bazı yerler kanıyordu. Tereddütle ellerimi cebime koydum. Cevap vermedim çünkü ne demem gerektiğini bilmiyordum.
"Senin hayalin nedir?" Yoongi sordu. "Sen bize seninkini söylemedin." Cevabım pek umrundaymış gibi görünmüyordu. Konuşma bitmesin diye öylesine sormuş gibiydi. "Bilmem. Hiç düşünmedim." "Olabilir, normal bir şey."
"Bu arada, hayal ne demek?" Biraz tereddüt ettikten sonra sordum. Yoongi yavaşça cevap verdi. "Sana söyledim, benim hayalim yok" "Hayır, yani..." duraksayıp devam ettim. "Hayal ne demek onu merak ediyordum. İnsanlar hayal derken neyi kastediyor?" Bana baktı ve sonra bakışlarını gökyüzüne çevirdi. "Başarmak istediğin bir şey? Sanırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HYYH The Notes (Türkçe)
Narrativa generalebir arkadaşım okumak istediği için çevirdim başka okumak isteyen olursa diye buraya bırakıyorum