Namjoon
17 Aralık Yıl 21
Hızımı yavaşlattım ve en sonunda durdum. Otobüslerin bile çok az geçtiği bu küçük kasabada şafak vaktiydi. Gece yağan kar, bir battaniye gibi bütün kasabayı örtmüştü. Her rüzgar estiğinde, ağaç dallarında birikmiş karlar savrulup yere düşüyordu. Geriye bakmaya gerek bile duymadan, karın üstünde ayak izleri bırakan tek kişinin ben olduğumu biliyordum. Ayakkabılarım delik deşik olduğundan çoraplarım sırılsıklamdı. Tanrının, bizi kendine yönlendirmek için yalnız bıraktığını duymuştum. Ama ben yalnız değildim. Kendime doğru olan yolu takip etmiyordum. Geri çekiliyordum. Kendimden kaçıyordum.
Ailem bu kasabaya geçen sonbahar taşındı. Her yeni kasabaya taşındığımızda, yanımızda getirdiğimiz eşyalar daha da azalıyordu. Şimdi küçücük bir taşıma kamyoneti bile yetiyordu her şeyimizi sığdırmaya. Nerede yaşadığımız konusunda çok seçici davranma hakkımız yoktu. Gereken sadece iki şey vardı. Yakınlarda babam için bir hastane olması, ve benim gibi lise diploması bile olmayan birini işe alacak insanların bulunması.
Bu kasabada ikisi de vardı. Günde sadece iki kere kalkan otobüs hastanenin tam önünden geçiyordu, ve nehrin kıyısında bir sürü lokanta vardı. Bu lokantalar nehirden tutulan küçük balıkları kullanarak yahni ve kızartmalar yapıyor, onları satıyorlardı. Özellikle yaz aylarında satışları bayağı artıyordu. Yakın şehirlerden günübirlik gezmek için gelen insanlar ve kasabanın içindeki konaklama tesisinde kalan insanlardan talep yoğundu. Kış aylarında nehir donduğu için yazın tutup sakladıkları balıkları kullanırlardı. Kışın fazla turist gelmezdi, ama evlere servis devam ederdi. Ben kasabanın kurye çocuklarından biriyim.
Tabii ki, burada da bir rekabet vardı. Kasabanın çoğunluğu çiftçilikten geçiniyordu, tahmin edilebileceği gibi pek zengin sayılmazlardı. Lokantalar için kuryecilik yapmak genç erkekler için tek part-time iş olanağıydı. Lokanta sahipleri bizi birbirimizle yarıştırırlardı. "Beni en çok etkileyen kişiyi işe almam doğru olmaz mı?" Onlar için, reşit olmamamız ve ehliyetimizin olmaması önemli değildi. Çoktan işi kapmış olanlar yerlerini korumaya niyetliydiler. Sadece birkaç kişiydiler ama beni sert bakışlarıyla tehdit etmişlerdi.
Tatil zamanı, rekabet iyice arttı. Lokanta sahipleri bir şey demeden kendi isteğimizle onların çöpünü atmak için birbirimizle yarışırdık. Onların bu halimize aldırış etmemesi bizi daha da hırslandırıyordu. Ama yine de, beklenmedik bir şekilde kendi aramızda bir dayanışma kurmuştuk. Rakip olsak da, birbirimize karşı sempati duyuyorduk. Birimiz işe gelmezse, başına ne geldiğini merak ediyorduk. Bana lisedeki sınıftan depoya dönmüş odada geçirdiğim zamanı hatırlatıyorlardı. Bazıları Yoongi'ye çok benziyorlardı, bazıları Jimin'e. Eğer lisedeki arkadaşlarım burada olsa, onlar da birbirlerini geçmek için rekabet ederler miydi? Burada çalışan çocuklarla okulda tanışmış olsaydım, onlarla da arkadaş olur muydum?
Rekabetimiz, yerimizi koruma isteğimiz ve dayanışmamızın en üst noktaya ulaştığı an kar yağmaya başladı. Rekabet anında yatıştı. Dinlenme tesisinin olduğu yere servis yapabilmek için bir motosiklet olmazsa olmazdı, ama karla kaplanmış dağlık alana hafif bir motosikletle çıkmak çok tehlikeliydi. Dinlenme tesisine giden yol dik ve dolambaçlıydı. Yürüyerek servis yapmak bir seçenek değildi.
Bu ben ve Taehyung arasındaki bir yarıştı. Taehyung benden iki yaş küçüktü ve kasabanın dışındaki meyve bahçesine yakın bir yerde yaşıyordu. Gerçek adı Taehyung değildi. İsmi ya Jongsik'ti ya Jonghun. Ama bana Taehyung'u hatırlatıyordu. Taehyung'un kare gülümsemesine sahip değildi, onun gibi herkese açılıp hemen arkadaş olabilen saf ve nazik biri de değildi. Aksine, hep agresif, sinirli ve memnuniyetsiz görünürdü. Dış görünüşü Yoongi'ye benziyordu, ama nedense bana Taehyung'u anımsatıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HYYH The Notes (Türkçe)
Ficción Generalbir arkadaşım okumak istediği için çevirdim başka okumak isteyen olursa diye buraya bırakıyorum