O Öpmeden Uyuyamam

20 3 0
                                    


"Aşk ölüm kadar güçlü, mezar kadar kıskançtır."

Anonim

Ben bir huzur evinde hemşireydim. Ne zaman gece nöbeti tutmak üzere huzur evine gelsem, herkesin kapısını çalar, sohbet ederdim. Melanie ve Tom'u genellikle fotoğraf albümleri kucaklarında, geçmişten konuşurken bulurdum. Melanie bana eski fotoğraflarını gururla gösterirdi: Tom uzun boylu, sarışın ve yakışıklı bir erkekti; Melanie ise güzel, saçları koyu renkli ve güleç yüzlüydü. Yan yana o kadar güzel bir görünümleri vardı ki; pencereden içeri vuran günışığı, aklaşmış saçlarını iyice güzelleştirir, geçen yılların izlerini taşıyan yüzlerindeki kırışıklar çok hoş görünürdü.

Hep gençken insanın sevgi adına ne kadar az şey bildiğini düşünürdüm. Sevginin bir tür tekel olduğunu düşünmek ne kadar aptalca bir şey. İnsanlar yaşlandıkları zaman sevginin gerçek anlamını çok iyi bilirler; oysa gençken sevgi konusunda sadece tahminlerde bulunulabilirler.

Huzur evi personeli akşam yemeğini yerken, Melanie ve Tom bazen el ele tutuşur ve yemek odasının kapısının önündeki koridorda yürürlerdi. O zaman bizim aramızdaki sohbet bir anda, bu çiftin birbirlerine olan sevgilerine ve kendilerini birbirlerine bu denli adamaları konusunda bir tartışmaya döner ve birinden biri öldüğü zaman ne olacağını düşünmeye başlardık. Hepimiz, Tom'un daha güçlü ve Melanie'nin kocasına aşırı biçimde bağımlı olduğunu biliyorduk.

Önce Tom ölürse Melanie ne yapacaktı? Hep bunu düşünüyorduk.

Yatma vakti adeta bir ayine dönüşürdü. Melanie geceliğini ve terliklerini giyer, sandalyesine oturur ve akşam alacağı ilaçları götürmemi beklerdi. O ilaçlarını alırken, Tom ve ben onu izlerdik. Sonra da Tom, onun sandalyesinden yatağına kadar gitmesine yardımcı olur, yatırdıktan sonra da özenle üstünü örterdi.

Bu sevgi gösterisini izlerken belki bininci kez kendi kendime, bakımevlerinde evli çiftler için neden iki kişilik yatak bulundurmadıklarını düşünürdüm. Bütün yaşamları boyunca birlikte uyumuşlardı, ama yaşlılar huzur evine geldikten sonra tek kişilik yataklarda ayrı ayrı uyumak zorundalardı. Bir yaşam boyu tadını çıkardıkları bu rahatlık ellerinden alınıveriyordu.

Tom'un, Melanie'nin başucundaki gece lambasını uzanıp kapatmasını izlerken, bu tür politikaların ne denli yanlış olduğunu düşünürdüm. Tom daha sonra eğilir, Melanie'yi öper, yanağını okşar ve birbirlerine gülümserlerdi. Sonra da Tom, Melanie'nin yatağının yanındaki kolluğu kaldırır ve kendi ilaçlarını içerdi. Odalarından çıkarken, Tom'un Melanie'ye, "İyi geceler, Melanie," Melanie'nin de ona, "İyi geceler, Tom," dediğini duyardım. O kocaman odanın iki yanındaki yatakların ortasındaki boşluk birbirlerinden ayırırdı onları.

İki gün izinliydim. işe döndüğümde kapıdan girer girmez duyduğum ilk şey, Tom'un bir gün önce, sabah erken saatlerde öldüğü oldu.

"Nasıl?" dedim hemen.

"Çok ciddi bir kalp kriziydi ve her şey çok çabuk oldu."

"Melanie nasıl?"

"Çok kötü."

Hemen Melanie'nin odasına gittim. Elleri kucağında, gözleri boşlukta, hareketsiz bir şekilde sandalyesinde oturuyordu. Ellerini tuttum ve "Melanie benim, Dona," dedim.

Beni duymuyordu, gözleri hâlâ boşluğa dikiliydi. Çenesini tuttum ve başını çevirdim.

"Melanie, Tom'u kaybettiğini yeni duydum. Çok üzüldüm."

'Tom' adını duyar duymaz, gözlerine hayat geldi. Yüzüme şaşkın bir ifadeyle baktı, sanki nereden çıktığımı sorgular gibiydi. "Melanie benim, Dona. Çok üzüldüm."

Beni tanıdığını belli etti ve buruşuk yanaklarından aşağı gözyaşları süzülmeye başladı. "Tom yok artık," diye fısıldadı...

"Biliyorum," dedim, "Biliyorum."

Bir süre Melanie'ye özel bir özen gösterdik; odasında yemek yemesine izin verdik ve ona her zamankinden daha dikkatli davranmaya çalıştık. Fakat zamanla herkes eski düzenine döndü. Odasının önünden geçerken, Melanie'nin sandalyesinde oturup kucağındaki albüme ve Tom'un resimlerine baktığına tanık oluyordum hep.

Onun için günün en dayanılmaz bölümü yatma vaktiydi. İsteği üzerine Melanie'yi kendi yatağından Tom'un yatağına taşımamıza ve onu yatağına yatırırken görevlilerin onu güldürmeye çalışmalarına karşın, o hep sessiz kalıyordu. Yatırıldıktan bir saat sonra bile odasının önünden geçerken içeriye göz attığımda, Melanie hep gözleri açık tavana bakıyor oluyordu.

Tom'un ölümünün üzerinden haftalar geçmesine karşın, yatma vakti hâlâ onun için çok zor anlardı. Melanie o sürede çok huzursuz ve güvensiz gözüküyordu. Hep 'Neden?' diyordum kendi kendime. Neden özellikle günün bu saatleri hâlâ çok kötü onun için acaba?

Bir gece odasına girip, onu yine uyanık bulunca, "Melanie, acaba iyi geceler öpücüğünü mü özlüyorsun?" dedikten sonra eğildim ve onu buruşuk yanaklarından öptüm.

O anda gözlerinden yaşlar boşandı, ellerimi sıkı sıkı tuttu ve bana, "Tom her gece bana iyi geceler öpücüğü verirdi," dedi ağlayarak.

"Biliyorum," dedim, fısıltıyla.

"Onu o kadar çok özlüyorum ki onca yıl bana iyi geceler öpücüğü vermeden hiç yatmadı." Ben gözlerindeki yaşları silerken bir süre sustu. "O, beni öpmeden uyuyamıyorum," dedi.

Gözlerimin içine baktığında bir tür minnet ifadesi vardı yüzünde. "Beni öptüğün için teşekkür ederim," dedi.

Gülümsedi ve fısıltıyla bana, "Tom bana şarkı da söylerdi, biliyor musun?" dedi.

"Öyle mi?"

"Evet," dedi başını sallayarak, "şimdi burada yatarken hep bunu düşünüyorum."

"Nasıl bir şarkıydı?"

Melanie gülümsedi, elimi tuttu ve boğazını temizledikten sonra onca yaşına karşın hâlâ güzel olan sesiyle şarkıyı söylemeye başladı:

'Öp beni sevgilim, beni ayrılmadan önce.
Ve düş kuramayacak kadar yaşlandığımda, verdiğin öpücük yüreğimde yaşamalı.'

Manolya Kokulu HikâyelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin