Havanın bile aciz olduğu günlerden biriydi. Öyle ki ağaçlar bile isyan eder olmuşlardı. Kuşlar güzel ve narin sesleri ile şakmayı bırakmış gül ve lâle'ye kulak kesilmişlerdi. Belki bir gün sesleri duyulur umuduyla yaşayan böcekler gül ile lâle'ye karşı öfke besliyor ve umutsuzca kovuklarına dönüyorlardı. Aradan dakikalar geçti.
Ama gül ve lâle'yi durdurmak namümkün.
Durdurabilene aşk olsun diyeceğim ama gül ve lâle dışında herkes âşık zaten.
E tabi koskoca çınar ağacının sahibi sincabım ben. Gözümden bir şey kaçmıyor maalesef ki. Mevzuyu anlatmaya devam etmeden önce, ön savunma yapmak istiyorum. Arkada kalan ayak izleri suçlu değildi, saftı.İri ve koyu kırmızıya bulanmış olan gül fazla inatçıydı. Böbürlenmek bir yana acımazdı ve aşağılardı. Lâle ise iyi dinler, iyi konuşur, hakkını savunurdu.
Havanın yine aciz olduğu o gün ise konu nerden açıldıysa açıldı ve gül, kendisinim tüm insanlığın vazgeçilmezi olduğunu iddia etti. Herkesin onu sevdiğini, günlük hayatta dillerde dolaştığını adı gibi bildiğini iddia etti. Lâle zavallım. Ne desin? Kabulleniyor sahteden, konuyu değiştirmeye çalışıyor. Gül durmuyor hâliyle yine.
O sırada uzaktan bir araba sesi duyuluyor. Ufak bir aile. Küçük ve sevimli bir oğulları var. Birlikte yarım saat boyunca yürüyorlar, söyleşiyorlar. Kısaca tatlı vakitler geçiriyorlar. Gül ise tüm enerjisini kendisine kullanıyor hâlâ ve hâlâ.
Aile az ileriye gidiyor. Küçük tatlı çocuk lâle'yi ve gül'ü fark ediyor, yanlarına koşuyor. İkisine de sırayla baktıktan sonra bir de havayı kontrol ediyor. Görüyor ki çok aciz, biraz zaman sonra dolup taşacak ve sevgili yağmur damlaları ile yeryüzüne ziyarete gelecek. O sırada yüzünde bir telaş bir korku. Lâle de gül de pür dikkat kesilmiş bu sevimli oğlana. Oğlan güle yaklaşıyor ve onu sevgiyle süzüyor. O gülleri çok seviyor. Çünkü herkes gülleri sever öyle değil mi? Ne yazık ki lâle'yi hemen unutuveriyor. Gül lâleye acır gibi bakıp heyecan ile çocuğun ne yapacağını merak ediyor. En son çocuk bacaklarının arkasına dayadığı şemsiyeyi çıkartıyor ve kendi kendine söyleniyor.
"Güller suya dayanabilir mi sanki?"
Büyük şemsiyeyi gülün üstünde biten koca ağaca bir sarmaşık yardımıyla bağlıdıktan sonra annesinin tatlı sesiyle irkiliyor ve güle el salladıktan sonra arabaya doğru koşmaya başlıyor. Arkasında bir çocuğa göre fazla büyük görünen ayak izleri bırakarak.
Lâle pek belli etmese de kırgın ve buruk. Havanın kararmasını ve uyumayı o kadar çok diliyor ki. Gül ise üstüne bağlanan şemsiye ile çok mutlu. Tabii o da sevincinden unutuyor bir şeyi. Susuz, hatta güneşsiz nasıl yaşayacak ola?
Aradan bir iki gün geçiyor. Gül ne bir yağmur yüzü görüyor ne de güneş. İlk fark eden ben oldum tabii. Gün geçtikçe gülün boynu eğiliyordu. Lâle ise her geçen gün büyüyordu. Gül'ün eskisi gibi hâli kalmamıştı. Ve gül bunun yeni farkına varıyordu. Durumun ciddiyetini anladıktan sonra yardım dilenir oldu. Lâle'den bile. Lâle'nin elinden ne gelsin tabii?
Son vakitlerin geldiğini anlayınca gül iç çekti. O minik, sevimli oğlan yüzünden bu hâldeydi. Ne kadar çok mutlu olmuştu hâlbuki ilk başta. Ama kendisi unutmuştu susuz, güneşsiz olamayacağını. Tabii gül bu. Son vakitlerde bile suçladı küçük oğlanı. Ve sonra eskisi gibi dirençli olmayan dalı çat diye ortadan ikiye ayrılıverdi. Hepimiz buna üzüldük, ormanımıza bir süre sessizlik hâkim oldu. Lâle'ye bile. Herkes suçlunun o çocuk olduğuna inanıyordu, tıpkı gül gibi. Ama ben diyorum ya, hatta belki de lâle bile diyordur böyle.
Arkada kalan ayak izleri suçlu değildi, saftı.☆~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
güller suya dayanabilir mi sanki?
Short StoryKokularını yapraklarında taşıyan her çiçek dayanır suya. Yalan konuşmayayım şimdi. Gül de suya dayanır.