"Senin ben ağzına edeyim, beni getirdiğin yere bak. Ya çok korkunç, hadi gidelim." Ten Hyung'un yalvarışlarını duymazlıktan gelerek, yürüdüğüm yolun bitimindeki, duvarları yıkık dökük olan harabeye ilerledim. Karanlık da olsa net seçiliyordu.
Harabe, tam olarak bana benziyordu. Harabenin bakımsızlıktan dökülmüş duvarları, içimde hissettiğim kırgınlıktan ötürü bükülen belimle bağdaşlaşıyordu.
"Amma tırsıksın Ten Hyung. Abartma işte, yürü. İçini çok merak ediyorum. Belki, dışının aksine içi güzeldir." Cümlemi bitirirken, kaşlarımı çattım. Benden biraz kısa, ve çelimsiz olan Ten Hyung, kazağımın bir ucunu güç almak istercesine tutarken, söve söve peşimden geliyordu.
"Benim dışım da çirkin, içim de." Sesimi alçaltarak mırıldandım. Aklıma geleni söylemem gerekirdi, bu bende küçüklükten gelen bir huydu. Bu yüzden çok arkadaş yitirmiştim gerçi.
"Ne dedin, duymadım?" Ten Hyung, arkamdan yürümeye devam ederken sordu.
"Bir şey demedim." Sonunda vardığımız harabenin, her şeye inat ayakta kalmış kapısını iterken konuştum.
Hava karanlık ve soğuktu. Harabenin içi, dışarıdaki soğuğa inat az da olsa ılıktı. Kaşlarımı kaldırarak adımlarımı, arka duvarı olmayan ilk odaya yönelttim. Işığı yanıyordu.
Odada, kitaplarla dolu bir kitaplık vardı. Tavanından örümcek ağları sarkıyordu, ayrıca odanın ortasında, duvarı olmayan ucu gören bir koltuk vardı.
"Evsizler yaşıyordur herhalde. Üzücü." Ten Hyung, hala kazağımın ucunu tutup çekiştirirken mırıldandı.
"Acıma. İnsanlar kendisine acınmasını istemeyecek kadar gururludur. Ayrıca değmezler." Kazağımı elinden çekmeye çalışırken söyledim.
"Duygusuz hödük. Kapat çeneni sen." Ten Hyung, diğer elini de kazağıma sabitledi.
"Hyung, bırak artık, kaçmıyorum bir yere." Sabrım tükeniyordu.
"Bana ne, beni buraya getirmeden önce düşünseydin. Hayatta bırakmam. Hem biz niye buradayız, Haechan lütfen gidelim." Sızlandı Ten Hyung.
Bense onu takmadım.
Tavandaki ışığa baktım, kendimi asabileceğim güzel bir yer bulmuştum.
Evet, buraya gelme amacım, ölürken garip fantazilerimi gerçekleştirerek ölmek istememdi. Güzel bir ortam, kendimi hissedebildiğim bir harabe... Burada ölümün kollarına atılmak güzel olacaktı.
"Hadi gidelim, bu kadar korktuysan." Arkamı dönüp Ten Hyung'un elini kavrarken, adımlarımı çıkışa yönlendirdim. Diğer odaları gezmeme gerek yoktu.
Onu buraya getirme nedenimse, ölümümden sonra beni bulabileceği noktayı ona göstermekti. En azından bunu ona borçluydum. Yıllardır bana bakıyor olmasının karşılığı buydu. Bir de çalıştığım yerden kazandığım parayı biriktirmiştim, ölümümden birkaç dakika önce hesabına aktaracaktım.
Tam harabenin kapısını kapatacakken, duyduğumuz silah sesiyle sıçrayan Ten Hyung, sımsıkı sarıldı bana.
Korkmamıştım, ölüm beni korkutmazdı.
"Haechan gidelim, lütfen gidelim." Ağlayan Ten Hyung'a döndüm.
"Hyung, arabaya git, ve beni bekle. 15 dakika içerisinde gelmezsem git." Eline arabanın anahtarını verip onu iterken, kafasını iki yana salladı.
"Hayır, sen de gel. Seni burada bırakmam."
"Hyung, lütfen dediğimi yap. Zaman kaybetmeyelim. Polise gidersin?" Bakışlarıma dayanamazdı, çocukluğumdan beri ne zaman bir şey isteyecek olsam hep aynı bakışı yapardım ve ikna olurdu.
Şimdi de yapmıştım. Ona zarar gelmesi, isteyeceğim son şey bile değildi.
Ten Hyung, elimin içini öpüp arabaya giderken, onu izledim. Arabaya binip kapıları kilitleyince, adımlarımı az önceki sesin geldiği yere doğru ilerlettim.
Harabenin arka tarafındaki ormanlık alana geldiğimde, etrafta derin bir sessizlik vardı. Ölümün kokusunu alabiliyordum, kanla karışık toprak kokusu burnuma dolarken, birkaç metre daha ilerleyip yerde yatan bedene dokundum.
Her ne kadar sıcak da olsa, gözleri açık bir şekilde yatan adamın öldüğü belliydi, kaşlarımı çattım. Tam ayağa kalktım, arkamı dönüp ilerleyecektim ki, ensemde hissettiğim soğuk şey, bir silahın namlusu olduğunu biliyordum, beni durdurdu.
Sırıttım ve mırıldandım.
"Ben ölüme gidecekken, ölüm bana geldi demek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔
Hayran KurguMark öldürmek için yaratılmıştı. Donghyuck ölmek için Tanrısına yalvarıyordu. Yolları kesişti. Her şey değişti. "Ben ölüme aşıktım, ben göğe aşıktım. O öldürmeye aşıktı, o adalete aşıktı. Bir gece, kesiştik, tanıştık, yarımlaştık. Ben ona aşıktım, b...