Bastığım her adımda çıkan kar sesinin melodisi kulağımı dolduruken içimi bir huzur kapladı. Bu yılın son karıydı. Herkes için ilk kar ayrı bir önem taşırdı. Adına bir sürü şiir ve şarkılar yazılmış, bir çok efsane uydurulmuştu. Fakat benim için tam tersiydi. Son karı severdim ben. Son yağan karla birlikte içimdeki bütün kötü düşüncelerin yok olacağına, ardından açan minik kiraz çicekleriyle birlikte ruhumda yeni ve güzel duyguların uyanacağını bilmek beni durmadan heyecanladırırdı.
Yüzümdeki gülümseyi silmeden üşüyen ellerimi cebime soktum. Daha önceden cebimin içine yapıştırdığım ısı bantları işe yaramış ve anında ellerimi ısıtmaya başlamıştı.
Ağır adımlarla girdiğim kafede cam kenarında boş bulduğum ilk yere oturdum.
Sıcak bir kahve sipariş ettikten sonra etrafı seyretmete koyuldum. Bazı zamanlar etrafımdaki her şey için zaman durmuş fakat benim için hala akmaya devam ediyormuş gibi teker teker herkesi incelerdim. Yaptıkları işleri, yaparken ki yüz ifadelerini, yüzlerindeki kırışıklıkların sebebini bulmaya çalışırdım. Yine öyle bir oyuna başlamıştım kendimce. Az ötemde bir çocuğun annesinin uzattığı çikolatalı bir pastayı büyük bi hevesle ağzına götürüşünü, annesinin çocuğuna aşkla bakan gözlerini… Biraz önce kırdığı bardağı alelacele toplamaya çalışan garson çocuğun yüzündeki endişeli ifadeyi… Ve O’nu…
Küçük yüzünedeki yorgun ifadeyi, alnında oluşan ter damlalarını ve şapkasının altından çıkan bir kaç saç telini… Uzun, ince ellerinin kahve bardaklarını seri bir şekilde sarışını ve dışarıya tek bir damla dahi kaçırmadan bardağa dolduruşunu… O an oynadığım oyun tam tersine dönmüş ve benin için zaman durmuştu. Ne kadar yorgun olursa olsun- ki göz altlarından ne kadar yorgun olduğunu anlayabilirdiniz- etrafına ışık saçan gülümsemesini hiç eksiltmeden servis ediyordu siparişleri. Dalıp gittiğim görütüntüden garsonun masama gelip siparişimi getirmesi üzerine çıkabildim ancak. Garson benimle konuşmasın ve acilen kapattığı görüntümü tekrar benimle buluştursun diye içimden bir sürü şey geçirdim. Klasik garson muhabbeti bir dakika bile sürmemesine rağmen ömrümden ömür gitmişti sanki. Bir an önce tekrar ona kavuşmaktı niyetim. Garson gider gitmez gözlerim tekrar hedefini buldu, bulduğunu sandı fakat aynı kişi değildi gördükleri. Bir an içimi anlamlandıramadığım bir telaş kapladı. Neredeydi? Sadece bir kaç dakika geçmemiş miydi? Bu süre içinde nereye gidebilirdi? Aniden ayağa kalkıp bir şeyler yapma içgüdüsüyle hareketlenmeye yeltendim fakat ne yapacaktım? Nereye gidecektim? Düşünme yetimi kaybetmiş gibiydim. Ayaklarım beynimden habersizce hareket ediyor az önce onu gördüğüm yere doğru beni sürüklüyordu ve yine benden habersizce dökülüyordu kelimeler ağzımdan.
'Az önce burada çalışan hanımefendi nerede acaba?'
Karşımda dikilen garson kız şaşkınca bana bakıyordu ve ben cevap alamadığım her saniye içimden bir küfür savuruyordum.
'Kimden bahsediyorsunuz?'
Sinirlerim yükseltmişti fakat sesimi alcak tutmaya çalışıyordum.
'Az önce burada çalışan hanımefendiden. Açık kahve gözleri vardı ve sanırım, sanırım kahkülleri vardı. Upuzun kirpikleri... ve minicikti.'
İstemeden yüzümde oluşan gülümseye şaşırdım. Kızda en az benim kadar şaşırmışa benziyordu.
'Jiwoo'dan bahsediyorsunuz sanırım. Mesaisi bittiği için az önce çıktı.'
Çıktı mı? Ne diye oyalıyordu beni burada o zaman? Ağzımda ufak bir teşekkür mırıldanırken koşarak kafeden cıktım. Fazla uzaklaşmış olamazdı değil mi? Aradan sadece 10 dakika falan geçmiş olmalıydı. Ne tarafa gitmeliydim? Sağa mı yoksa sola mı? Belki karşıdaki otobüs durağına gidip bir otobüse binmiştir. Ne yapacağımı bilemez bir halde bir sağa bir sola gittim. En sonunda durup etrafıma bakındım. Ne yapıyordum ben allah aşkına? Neydi bu tavrım? Niçindi? Saniyeler içinde gördüğüm biri için niye bu kadar deliye dönmüştüm? Neyim vardı benim? Görmek istersem yine gelirdim kafeye. Evet evet yarın yine gelirdim. Hatta sabahtan gelmeliydim. Böylece akşama kadar görebilirim onu. Belki o zaman bu kadar etkilenmezdim. Hayır etkilenirdim. Ben hayatımda hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Küçükken babam masal niyetine hep annem ve kendisinin aşkını anlatırdı. Bir gün anlarsın demişti bana. Senin için yaratılan o özel insanı. Ummadığın bir anda çıkıverir karşına farkına bile varmadan bir bakmışsın sevivermişsin onu.
Evet evet dedim kendi kendime. Sakinleşmeliyim. Yarın yine geleceğim. Erkenden geleceğim. Bir kaç adım attıktan sonra acı bir fren sesi tırmaladı kulağımı ve ardından atılan tiz bir çığlıkla çarpma sesi. Kalp atışlarım hızla kulağımı doldururken arkamı döndüm. Biri yatıyordu arabanın önünde. Kanlar içinde… Şoku atlatan bazı insanlar kızın yanına gitmiş ve bazılarıda hızla kaçan aracın arkasından küfürler savurarak polisi aramaya çalışıyordu. Aceleyle yerde yatan kızın yanına gittim. Gördüğüm kişi o olmamalıydı. Olmamalıydı çünkü…
Nabzı yok!
dedi bir adam derin bir sesle. O olmamalıydı. O olmamalıydı çünkü bizim bir yarınımız olmayacaktı. Yarın erkenden gelip onu göremeyecektim. Onu bir daha hiç göremeyecektim. Bundan mıydı bedenimin acelesi. Zamanımın kısıtlı olduğunu biliyor muydu gizliden gizliye. Bundan mıydı bir anda bütün duygularımı yaşayışım. Zamanın durması bundan miydi? Son kar bu yüzden mi bugün yağmıştı? Onu da alıp götürmek için mi benden? Peki kiraz çiçekleri ne diye açacaktı bundan sonra, bana hangi güzelliği getirebilirlerdi ki? Anlamıştım işte bende. Babam demişti, anlarsın diye. Anlamıştım. Saniyeler içinde anlamıştım. Oydu. Benim için özel olan, olması gereken kişi oydu. Kim olduğunu ismini bile bilmiyordum ama emindim o olduğundan.
Oluk oluk kanıyordu. Yare bere içindeki yüzü bile güzeldi. Bu muydu buluşmamız, bu muydu vedamız? İşte şimdide zaman durmuştu. Onun için ebedi durmuştu … Ellerini tuttum. Soğuktu. Çok soğuk. Hâlbuki az önce minik minik ter döküyordu alnından. Cebimden ısı bandını çıkartıp avuçlarına koydum, yakışmamıştı ona böyle olmak. Sonra biri hızlıca beni çekti oradan. İttirdi bir köşeye. Az önceki konuştuğum kızdı bu. Ambulans ekibine yol gösteriyordu ağlayarak. Kafamı kaldırıp etrafa baktım. Ne zaman toplanmıştı bu kadar kabalık buraya? Ne zaman gelmişti ambulans? Onu o lanet poşete koymayacaklardı değil mi? Neden kimse sesini çıkartmıyordu? Yapmayın demiyordu? Neden herkes sessizce onun ölümünü kabulleniyordu, ben neden kabullenemiyordum, Bende herkes gibiydim onun için. Ne diyebilirdim, sen kimsin deseler ne diyecektim? Sessizce izledim gidişini. Ambulansın acı sireniyle içimdeki çığlığı bastırmaya çalıştım. Bir damla süzülüp giderken yanağımdan sıcaklığı içimi acıttı. Soğuktu o çok soğuk.
Ne yapacaktım şimdi? Etrafta bulanan kalabalık bir anda dağılmış yolun ortasında öylece tek başıma kalakalmıştım.
Yerde akan kırmızı sıvı beton zeminde kıvrılarak ayağıma kadar geldi. Baktım. Zihnim bomboştu.
'Sen...'
dedi yine aynı kız.
'Sen nereden tanıyorsun onu?'
'Tanımıyorum.'dedim çok sonra çıkan ince sesimle.
'Ben tanımıyorum fakat ruhum, ruhum kim olduğunu biliyordu onun.'
Beni anlayıp anlamadığını bilmiyordum. O anda bunu düşünecek kadar iyi değildim.
Kız kafasını sallayıp yere çömeldi. Bir süre yerdeki taze kana bakıp titredi. Yanında getirdigi kovadan çıkardığı bezle hıçkırarak yeri silmeye başladı.Bir süre izledim onu. Sonra eğilip elinden bezi aldım. Ve sildim. Çokça sildim orayı. Kovadaki su tamamen kirlendiğinde, gözyaşlarımla sulayıp sildim. Bomboş zihnimle bana emredilmiş ve sadece buna programlanmış bir makine gibi sildim.
Aklımda bir kurgu olmadan tamamen V'nin şarkısı ile yazdığım bir hikâye. Şarkının o an bana hissettirdikleriydi bu cümleler. Beni nedensizce hüzünlendiren bir hikâye. Devam etmeyi çok düşündüm fakat her okuduğumda hissettiğim duyguların değişeceğinden korktuğum için cesaret edemedim.