altı | izci kızları kurabiyeleri.
steve barnes öfkeden deliye dönmüştü. başarısızlıktan nefret ederdi. bu pek sık yaşadığı bir şey değildi ama yine de birçok insandan daha çok çıldırtırdı onu. ayrıca yanlış atılmış bir adımın kaçınılmaz olarak beraberinde getirdiği o panik duygusundan da tiksinirdi. işler ya iyi ya da kötü giderdi; ikisinin ortası yalnızca teoriden ibaretti. ancak panik zayıflık demekti, hazırlık yapamamak, karar verememek demekti. bu tam anlamıyla kalbini zehirliyordu. hayatında en son, ilk cinayetini işlediği zaman korkmuştu ama bu korku çok geçmeden rüzgâra kapılan bir duman gibi kayboluvermişti.
fakat şimdi korkuyor ve koşuyordu. parker'ların evinin üst katındaki bilgisayardan dosyaları silerken, mutfak cehenneme dönünce evin çatısından aşağı kayarak inmiş, sürtünme yüzünden ellerini yaralamıştı. kendini sessiz sakin bahçenin ortasına düşerken bulmuş, natalia parker'ın gül ağaçlarının ortasına çakılmıştı. inleyip baktı ellerine batan dikenlere. james'in arka kapıdan koşarak çıktığını görmüş ve kurşunların havada uçurtulunuz duymuştu. james'le bir sokak geride park edilmiş olan araçlarına kaçmışlardı. gürültü çıkması demek, polis demekti ve polisler zengin mahallelerde daima daha hızlı davranırlardı.
steve bir gün önce albany'de takma bir isim ve nakit parayla boş bir ev kiralamıştı. belki güvenli sayılmazdı ama gidebilecekleri başka bir yer yoktu.
"en az bir kişiydiler." james nefes nefese kalmıştı. steve yirmi kilometre boyunca arabayı hız sınırının üzerinde sürerek onları şehrin doğu yakasındaki sessiz, gözlerden uzak bir mahalleye getirmişti. "saçları gürdü. yaşı senin kadar vardı. meksikalıya benziyordu. yalnızca bu kadarını görebildim," dedi james. elini hafifçe başında gezdirerek, herhangi bir kurşunun kafasını sıyırıp sıyırmadığını kontrol etti. ağzına bir karamel attı ve hızla çiğnedi. "adamı tanımadım. sokakta mavi bir ford gördüm. plakada xxc yazıyordu, gerisini görmedim. teksas'a ait plaka."
"peter vuruldu mu?"
"bilmiyorum. saldırgan onun olduğu tarafa ateş etti. boynundaki ip yüzünden hemen hemen ölmüştü zaten. kadının bilgisayarındaki dosyaları sildin mi?"
"bilgisayarın sistemi yenilenmişti zaten. oraya gitmemiz durumunda bir şey bulamayalım diye geride hiçbir şey bırakmamış."
james arabanın camına yaslandı. "lanet olası herif ödümü patlattı. bir daha görürsem kendini öldü bilsin." sonra, ufak tefek ama sağlam görünümlü ve gözlerinde her zaman hastaymış gibi bir bakış olan james, steve'e döndü ve "şimdi ne halt edeceğiz, baba?" dedi.
"karşılık vereceğiz." steve takip edilmediklerinden emin olmak için dikiz aynasına bakarak evin önüne park etti.
"peter bizi görmedi."
"ama dosyalar bilgisayarındaydı," dedi steve. "yani biliyor."
aceleyle eve girip üst kata çıktılar. steve iki yere telefon açtı. ilkinde selam bile vermeden, kısaca evin yolunu tarif etti, karşı taraftan onay aldı, sonra kapattı. sonra kod adı witch olan bir kadını aradı. steve kendisi için bir grup bilgisayar uzmanı çalıştırıyordu ve sunucular, veritabanları, kodlar karşısında geliştirdikleri sihir tadındaki hamlelere hitaben, onlara elflerim diyordu. witch —bu isim büyü niteliğinde işler yaptığından dolayı geliyordu— eskiden cia için çalışmış olan bir bilgisayar uzmanıydı. steve kadına devletten aldığı paranın on katını ödüyordu.
telefonda witch'e, james'in saldırganla ilgili verdiği tarifi ve mavi ford'un plakasını verdi. veritabanlarında eşleşen herhangi bir şey olup olmadığını kontrol etmesini istedi. kadın, steve'i daha sonra aryacağını söyledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
паника - spideypool
Fanfictionannesinin vahşice öldürüldüğü güne değin hayatı renksiz mabedlerin içinde geçen peter için işler gayet güzeldi. bir anda etrafı acımasız katillerle sarılan peter, o güne dek hayatında bildiği her şeyin aslında özenle inşa edilmiş bir yalanlar ağı ol...