Çok uzun zaman önce, bir ada ülkesinde iki dağın arasına konumlanmış görkemli bir şehirde Min Yoon Gi adında bir heykeltıraş yaşardı. Şehrin sakinleri geçimlerini çeşitli yollardan sağlıyor ve bolluk içinde hayatlarını sürdürüyorlardı. Min Yoon Gi, refahın sağladığı rahatlık ve kolaylıkla tek aşkı olan heykeltıraşlık işine istediği kadar zaman ayırabiliyor, günlerini saraya ve sarayın önde gelenlerine heykeller yaparak geçiriyordu.
Heykel yapmaya çok küçük yaşlarda başlamıştı bu adam. Kendisi gibi heykeltıraş olan büyükbabasının isteği üzerine bu işe başlamış, kısa bir süre içinde de bir tutku halini almıştı. Uzun süredir de bu işi yaptığı için güvenilir ve sevilen biriydi. Öyle ki Afrodit bile sarayının en önemli köşesine onun yaptığı bir heykeli yerleştirmişti. Bununla birlikte şehrin ileri gelenleri tarafından şölen ve davetlere çağırılır, oturduğu her masada ismi güzellikle anılırdı. Min Yoon Gi'nin insanlar arasındaki bu saygınlığı hem işine daha çok bağlanmasını hem de güzel bir hayat sürmesini sağlıyordu.
Davetler, saraylar, şölenler, festivaller hayatının vazgeçilmeziydi Min Yoon Gi'nin fakat bunca görkem ve başarıya rağmen hayatında eksikliğini hissettiği bir şeyler vardı işte. Arayış içinde geçen uzun yıllar sonucunda aradığını bulmuş ya da daha doğrusu bu şeyin farkına varmıştı genç adam. Bir insanın, bir sevgilinin eksikliğini daha önce hiç bu kadar derinde hissetmemişti. Otuz küsur yıllık hayatı boyunca hiç bu kadar boş hissetmemişti. Bu arzu ve isteğin herhangi bir kadına karşı olduğunu ise hiç sanmıyordu. Afrodit'in fahişelerinden birini çok önce katıldığı bir şölende kucağında bulduğunda farkına varmıştı bunun. Ne bir kadın Min Yoon Gi'nin kalbine girmek için yaratılmıştı ne de onun kalbi bir kadına ev sahipliği yapmak için. Yaptığı birçok heykelin erkek figürü olması da bu yüzdendi belki de.
Çok uzun süredir tanıdığı ve katıldığı davetlerde sürekli karşılaştığı soylu bir arkadaşının yeni evi için özenle hazırladığı ve aylardır üzerinde çalıştığı insan boyutlarındaki melek heykelini yakın zamanda tamamlayıp teslim etmişti. Karşılığında ise her ne kadar hediye olduğunu söylese ve teklifi reddetse de arkadaşının heykel karşılığında yüklü bir miktar para vermesine engel olamamıştı.
Son birkaç gündür ise kendisi için bir heykel yapmayı düşünüyordu. Şimdiye kadar kendisi için birçok heykel yapmış fakat en sonunda hepsinden sıkılmış, ya evinin kullanılmayan bir odasına kaldırmış ya da satmaya karar vermişti. Zihninde oluşan bu yeni heykelin ise güzel olacağını umuyordu
Mevsim sonbahardı ve Min Yoon Gi'nin en sevdiğiydi. Sonbaharın kutsallığına her zaman inanmış, onu kendisi için özel kılmıştı. Neredeyse her gün yağan yağmur, ardından gelen toprak kokusu ve şehri turuncuya boyayan yapraklar genç adam için ilham kaynağı olmuştu.
Yine bardaktan boşalırcasına yağmurun yağdığı bir gün, damlaların sesini duymak için açtığı pencelerden esen rüzgar yavaş yavaş içeriyi soğutmaya başlarken Min Yoon Gi, atölyesinin ortasında durmuş karşısındaki malzemelere bakıyordu. Masanın üzerine saçılan ve kutulara rastgele yerleştirilmiş olan aletler hiç bu kadar yabancı gelmemişti gözüne. İnce uzun ellerine aldığı her bir alet kendini yerde buluyor, bir türlü heykelin yapımına başlayamıyordu. Daha önce hiç olmadığı kadar kararsız hisseden adam her nasılsa bu heykelin diğerlerinden farklı olacağını hissediyordu.
Masasının üzerinde duran gri renkli maddeye yaklaştı ve elindeki aletle birkaç çizik attı en sonunda. O anda zihninde ve ruhunda hissettiği ilham parçaları ellerinin hızla hareket etmesini sağlamış, sanki büyük bir güç tarafından hareket ettiriliyormuş gibi, düşünmesine fırsat vermeden kendisini yönlendirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pygmalion ' yoonmin [oneshot]
FanfictionMin Yoongi bir heykeltıraştır ve yaptığı heykele aşık olur. Afrodit ise ona reddedemeyeceği bir teklif sunar. [one shot]