BÖLÜM
HELLİON ve DOMİON
"Hey Yamtar kötü görünüyorsun"
Yamtar gecenin karanlığında güverteden denize doğru bir miktar daha kustuktan sonra üstündeki her yanı ıslanıp yer yer yırtılmış ve eskiden beyaz olsa bile şuan o renginden eser kalmamış olan gömleğinin koluna ağzını silerek kardeşinin sözlerine başını sallayarak güldü.
Yamtar kirli sakalı, simsiyah gözleri ve oldukça iri cüssesiyle ilk bakışta ürkütücü görünse de gülmeyi seven ve en olmadık anlarda bile insanları güldürebilen birisiydi. Fırtına bulutları dağılmış ve deniz bir nebze olsun sakinlemişti. Sadece denizcilerin, her zaman çok sevip Nierna yağmuru dedikleri şekilde ince ince yağmur yağmaya başlamıştı.
Yamtar denize yabancıydı. Kardeşi Alesta ile uzun zaman önce kader yollarını ayırmıştı. Alesta hırslı biriydi ve hep denizi görmek isterdi. Bu hırsıyla, İmparatorluk sınırlarının içinde olsa da, çok kimsenin bilmediği etrafı dağlarla çevrili bir düzlükte yer alan Orfelm köyünü terk etmiş ve ihtişamlı başkenti görmek üzere yola çıkmıştı. Ayrılışları dargın değil kederliydi. Alesta'nın gözlerine bakarken o günü hatırladı. Hava her zaman olduğu gibi yağışlı ve soğuktu ayrıldıkları gün köylerinde.
Orfelm halkı genelde vahşiler ya da dağ adamları olarak adlandırılırdı. Bunun nedeni vahşi oluşlarından değil görünüşlerinden ve yaşam tarzlarından dolayıydı. Yaşadıkları coğrafyada iklim şartları çiftçiliğe ve yetiştiriciliğe izin vermediğinden başlıca geçim kaynakları avcılık ve balıkçılıktı. Hayvan kürklerinden yapılma elbiseler giyerlerdi ve unutulmuş zamanlarda her ne kadar şanlı kahramanlıkları olsa da efsanelerle birlikte dış dünyadan uzaklaşmışlardı. Ayrıldıkları gece babaları dünyevi yaşama veda etmişti.
Kar taneleri Alesta'nın siyah saçlarına düşerek yer yer kırlaşmış gibi gösteriyordu. Ağlamasada ses tonu ağlamaya yakındı. "Gidelim bu diyarlardan. Artık bizi bu soğuk, verimsiz ve her daim acı veren topraklara bağlayacak bir şey kalmadı" demişti.
Yamtar "Başka bir yaşam tarzı bilmiyoruz ki bu toprakların ötesinde. Bizim sorumluluğumuz burada. Sen ve ben kardeşim en iyi avcılarız. Kış iyice bastırdığında, aç kalan kurt sürüleri dağlardan indiğinde, çocukları kadınları kim koruyacak. Babam ölmeden önce bu köyü bize emanet etti. Bizi birbirimize emanet etti. Bu topraklar bizi biz yaptı ve borçluyuz" diye cevap vermişti.
Alesta acı ve öfkeyle "Biz ikimiz bu topraklara olan borcumuzu fazlasıyla ödedik ağabey" diye haykırdı. Daha fazla tutamadığı gözyaşları usulca yanaklarından aşağı doğru süzülmeye başlamıştı. "Kız kardeşimiz dağ çileği toplayıp bize sürpriz yapmak isterken bir dağ kaplanı tarafından parçalandığında ödedik. Annemiz donmuş gölde balık tutmaya çalışırken buzlar kırılıp içine düşerek soğuk sularda donarak öldüğünde ödedik." Yere diz çöküp bir avuç kar alarak "Babamızı karlar altına gömüp uğurlarken ödedik." dedi. Gökyüzüne doğru "EY GÜNEYİN SOĞUK DAĞLARI SİZE VERECEK BİRŞEYİM KALMADI" diye haykırıp ardından Yamtar' a dönerek "Bu dünyaya verecek bir şeyim kalmadı. Ama alacak çok şeyim var ağabey." dedi.
Kardeşinin sözleri kendisini etkilemiş olsa da Yamtar' ın kalbi köylerine bağlıydı. O anda bile Freya aklından geçiyordu. Kıza aşıktı ve onu bırakıp gidemezdi. Freya' da ailesini bırakıp gelemezdi. "Öyleyse bu bir veda kardeşim."
Alesta bir süre hiçbir şey yapmadan durdu. Ve ardından beraberce ilk kar leoparlarını öldürdükleri zamanki gibi birbirlerine sarıldılar. İkisininde gözünden yaşlar akıyordu.
"Dilerim ki aradığını bulasın kardeşim." dedi Yamtar.
"Dilerim ki elindekiler hayatın boyunca seni mutlu etmeye yetsin kardeşim" diye cevap vermişti Alesta ve o günden sonra tekrar buluşmalarına kadar on yıl geçmişti.
Ayrıldıkları günden beri yaşamlarında iki kardeşinde çok şeyler değişmişti. Alesta hayallerine kavuşmuştu. İmparatorluk mührünü taşıyordu ve yetenekli bir kaptan olmuştu. Görevi keşif yapmaktan ticarete kadar birçok alanda değişebiliyordu. Abisinin sırılsıklam haline biraz daha gülerek "Haydi güverteyi terk edelim." dedi.
"Rüzgârı hissetmek hoşuma gidiyor. Özelliklede fırtınadan sonra gecenin sessizliği huzur verici geldi." diye cevap veren Yamtar tek bir kalın örgü şeklinde sırtına inen saçlarını açarak başını sallayıp saçlarını dağıttı.
"Biliyor musun şuan seninle denizlerdeyim ya bana bundan daha fazla huzur verecek, güvende hissettirecek bir şey yok." dedi Alesta.
Güverte boyunca karanlıktan ve sisten ötürü seçemedikleri biri koşarak yanaşıyordu. Yanlarına varmasına birkaç metre kala gelenin Limno olduğunu gördüler. Sıska kısa boylu ve kel bir adam olan Limno kendisinin tam zıddı bir görünüme sahip iki kardeşin yanında, sanki babasının yanında duran küçük bir oğlan çocuğu gibi komik duruyordu. Soluk soluğa ve telaşlı olması Alesta' yı tedirgin etti.
"Sintinede çatlak var kaptan "
"Ne kadar kötü" diye sakince sordu Alesta. En kötü durumlarda bile sakinliğini ve disiplinini bozmamasıyla tanınıyordu adamları arasında.
"Hızlı su alıyoruz. Eğer aynı şiddette bir fırtınaya daha yakalanırsak çatlaklar tamamen parçalanabilir"
"Seferde tadilat imkânı var mı?"
"Kaptan bunun mümkün olmadığını düşünüyorum. Bizi sığ sularda idare edebilecek şekilde onarabiliriz fakat dönüş yolunda açık denizde sulara yakın olduğumuz kadar tanrılara da yakın oluruz. En yakın karaya demir atıp detaylı bir onarım yapmamız gerekir." soluk soluğa konuştuğu için sözleri zar zor anlaşılıyordu.
Alesta derin bir kahkaha atarak "Limno en yakın kara nerede bilsek bunu zaten bende diyebilirdim. Açık denizde hiç bu kadar ileriye gitmemiştik. Gün doğduğunda fırtınanın bizi rotamızdan ne kadar sürüklediğine bakarız ve ona göre yeni bir rota belirleriz gerekirse. Şimdi su seviyesini düzenli olarak kontrol edin ve kovalarla boşaltın gerekirse."
"Nasıl emrederseniz kaptan" diyen Limno yanlarından uzaklaştıktan sonra Yamtar kardeşine "Durum ne kadar kötü söylediklerinden bir şey anlamadım. Şu denizci terimleri çok garip." diye sordu.
Alesta kahkaha atarak "Fırtına bir anda dinince tanrılar bizi kutsadı sandık ya kardeşim, aslında üstümüze pislemek için ara vermişler demek. Ben kamarama geçip artık biraz dinleneceğim yoksa burada yıkılıp kalacağım. Bakalım yeni doğacak gün bize neler sunacak." diyerek dinlenmek üzere abisinin yanından ayrıldı.
Yamtar kardeşinin tanrılarla ilgili şakasına gülümseyip, yanından uzaklaşırken kardeşini izledi. Aralarında üç yaş vardı. Yine de kardeşi Yamtar' ın gözünde korunmaya ihtiyaç duyan küçük kardeşiydi ve hiç büyümemişti. Oysa diğer halklara nazaran oldukça uzun boyu, kaslı vücudu, belindeki kından kabzası altın işlemelerle kaplı sarkan kılıcı ile hiçte korunmaya ihtiyacı olan biri gibi görünmüyordu Alesta. Yamtar bir süre daha güvertede oyalandıktan sonra yağmur biraz daha hızlanınca kendisi için ayrılmış kamarasının yolunu tuttu.
Kamarası oldukça sadeydi. Küçük bir penceresi vardı ve hemen hemen denizle aynı hizada olan pencereden gecenin karanlığından başka bir şey görünmüyordu şuan. Yavaşça yatağa uzandığında ayakları yatağın dışına sarktı. Gemideki tüm yataklar aynı boydaydı ve Yamtar fiziksel olarak halk geneline göre oldukça uzun boyluydu. Başını kaz tüyünden rahat yastığına koyduğunda derin, rüyasız bir uykuya dalması zor olmadı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Dörtlüsü
FantasyYolları tekrar buluşmuş iki kardeş... Sırlarla dolu bir ada... Zamanın dışında bir salon.... Kadere inat tutkulu bir aşk...