(İki ay sonra.)
Bir gün birisi beni kurtardığında ben on sekiz yaşındaydım.
Sehun, on sekiz yaşımdı, on dokuz ve belki bundan sonra ki tüm yaşlarımdı. Sehun her yaşımda yanımda olacaktı.
Çünkü evlenmiştik... Bir ay kadar önce.
Öyle Sehun'un istediği gibi şatafatlı bir düğün değildi. Yalnızca ikimiz vardık ve kimseye haber vermemiştik. Sehun inatla güzel bir düğün yapmak istese de her şeye yeniden başladığımız için maddi durumumuzda bir takım değişiklikler olmuştu. Zaten sade bir düğün tercih ediyordum ve öyle olmuştu.
Sehun ailesiyle barışmış olsa da hâlâ babasından tek kuruş istemiyordu. O istemiyor diye ben de babamdan para istemiyordum çünkü buna karşı çıkıyordu. Zaten ikimiz de çalıştığımız için paraya pek ihtiyacımız olmuyordu. Gayet hoş bir hayat yaşıyorduk işte.
Üniversite sınavına girmemiştik. Seneye girmeye karar vermiştik. Bu bana bir şey kaybettirmemişti, Sehun'a da öyle. Mutluyduk kısacası.
Okullar kapanmış olmasına rağmen okulun düzenlediği bir festival vardı. Şimdi de oraya hazırlanıyorduk. Saçmalamayın Sehun elbette istememişti gitmeyi ama bir şekilde ikna etmiştim onu.
Yatağın üstünde oturmuş ikimize de küçük bir çanta hazırlarken Sehun kapının pervazına kolunu yasladı. Gözlerinde huysuz bir ifade vardı ki bu da kesinlikle gitmek istemediğinden kaynaklanıyordu. "Üç gün kalacağız alt tarafı sarışın, bavul götür istersen?"
Küçük çantayı ona gösterdim. "Ne var bunda? İkimizin de kıyafetleri içinde işte." Bahane bulmasa olmazdı zaten. Çocuk gibi sızlana sızlana yatağın yanına yürüyüp karşıma oturdu ve çantayı hazırlamama yardım etti.
"Evimiz de kalsak olmaz mıydı?"
Ofladım en sonunda. Elimdeki tişörtü yatağın üstüne bırakıp ona baktım. "Tamam, gitmeyelim Sehun." diye homurdandım. "Şu sıcakta, işten zar zor izin almışken evde oturalım."
Başını omzuna yatırıp kolumu tutacağı sırada yataktan kalkıp onu odada bıraktım ve salona gittim. Sıkılmıştım çünkü iki aydır deliksiz çalışıyorduk. Arkadaşlarımızla bile zor görüşüyorduk. Eve geldiğimizde birbirimizin suratına bile bakmadan uyuyorduk. Tamam, ben de Sehun'la beraber evde oturmak isterdim ama sıkılmıştım işte.
Asık bir suratla koltuğun üstüne uzanıp Vivi'yi karnıma koyduğumda Sehun salona geldi bu sefer. Camın kenarına yürüyüp perdeyi kaldırdıktan sonra gökyüzüne baktı. "Güneş bile trip atıyor anasını satayım."
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu an trip atıyor olsam da ikimiz de biliyorduk ki birazdan barışacaktık. Dayanamıyordum ne yapayım yani? Sırtını cama yaslayıp gözlerini salonun içinde dolaştırdı. "Dondurma getireyim mi sana?" diye sordu.
"Evde dondurma yok."
"Lan nasıl yok?" diye yükseldi bir anda. "Dün akşam aldım yavrum."
"Sehun yedik ya dün gece." Ellerimi Vivi'nin sırtına sabitleyip tüylerini sevdim usul usul. Sehun daha yeni aklına gelmiş gibi dudaklarını aralayıp başını salladı. "Alayım mı?"
Gözlerimi devirdim. "Hayır, istemiyorum."
Tıpkı bir fındık faresi gibi küçük adımlarla yanıma yaklaşıp belimin boşluğuna oturdu. Bu esnada Vivi onu ısırmaya çalışmış olsa da Sehun onu kovmuştu. "Belin ağrıyor mu hâlâ?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Limerence /HunHan
Fiksi PenggemarSehun, siyah severdi. Hayır, her şeyi siyah değildi. En azından saçları siyah değildi. Kısacası Sehun'du işte. Pek renk sevmezdi hayatında. Ta ki, o gelene kadar. Luhan, renkliydi. Evet, her şeyi renkliydi. Saçları bile. Kısacası Luhan'dı işte. Siy...