060519
günlüğüm, günlüğüm...
eridim bittim bugün.hoseok'la okuldan çıkmak üzereydik. ceketimi üzerime geçirmiş onun hazırlanmasını bekliyorum derken kapının oralarda bir hareketlilik oldu.
namjoon sınıfıma geldi!
benim sınıfımı nereden bildiği hakkında en ufak bilgim yoktu fakat ânın şokuyla yerime çivileniverdim. "seninki geldi." diye fısıldamasını duymuştum hoseok'un. kolumla onu dürttüm ve bana doğru adımlayan çocuğa çevirdim gözlerimi.
gözlerinde ayrı bir ışık vardı bugün. hiç karşılaşmamıştık okulda ki, gelmediğini düşünmüştüm. boşalan sınıfta bir tek onun ayak sesleri duyulduğunda oturduğum yer ile sınıf girişinin arasındaki uzaklığın ne kadar fazla olduğunu sorguluyordum.
ya da namjoon, kafamda ağır çekimde yürüyordu.
"hey, jimin. buradasın." sırtındaki çantası, esmer teninin çok yakıştığı ellerinde tuttuğu zarfla bir anda yanımda belirdi. yüzüme su çarpılmış gibi kafamı salladım.
aptallıklarını sonraya sakla jimin.
"hey, evet." anlamında gülümsedim ona. neler olduğunu soracağım anda, hoseok'un "dışarıdayım." diye fısıldamasını duymuş ve namjoon'a baş selamı verip sınıftan çıkmasını izlemiştim.
parmaklarımı oynattım önemli bir şey olup olmadığını öğrenmek için. kiraz dudaklarındaki tebessümle reddetti beni. "kütüphane görevlilerinin düzenlediği bir gezi var," ensesine attı elini ve şişme montunun çıkardığı sesi dinledim. "buraya iki-üç saat uzaklıktaki şehir kütüphanesine ineceğiz yarın sabah. seni de davet etmek istedim. ne de olsa yegâne arkadaşımsın." elime davetiyeyi sıkıştırdı, masumca gülümseyip. ellerinin soğukluğunu hissettiğimde tüm tüylerim dikenlerin üzerine çıktı. ona nazaran sıcak olan tenimde farklı bir his algılamıştım.
çok güzeldi. ellerinin soğukluğu çok güzeldi.
"gelebilirsen çok sevinirim. akşam bana haber ver, görüşürüz." bir şey söylememe fırsat vermeden yerinden fırladı. kapıya ulaştığında omzu üzerinden bana baktı ve el salladı.
omzunun kapattığı yüzünden geri kalan gözleri, gezegenin en soğuk yerinden tomurcuklanmış gibi, fakat aynı zamanda zambakların içinde büyümüş gibiydi. sertti kimine göre fakat griye kaçan mavisi yumuşacıktı. küçük kaşları da özenle konulmuş gibiydi göz kapaklarının üstüne. ve kirpikleri cımbızla ayrılmış gibiydi.
kapıdan çıktığını anladığım an elimdeki davetiyeyi açtım. onun el yazısını beklerken karşıma bilgisayar çıkması bir yazı çıkmıştı. olsun, yine de ondan gelmişti. saklamaya değerdi.
karta baka baka ilerlerken aklıma ona ulaşabileceğim bir yer olmadığı geldi. telefon numarasını almamıştım henüz, e sosyal medya da kullanmıyordum.
yanaklarımı şişirip nefes verdim ve zarfı katlayıp cebime koyacakken kenarına iliştirilmiş küçük not kağıdını fark ettim.
eğer bu gece bir yıldız bana selam verirse, geliyorsun demektir.
pekâlâ her ihtimale karşı numaram da burada.
küçük bir kahkaha patlattım. tatlı şey! yavaşça yazıldığı belli olan notu zarftan ayırdım ve telefon kabımın arkasına koydum. heyecandan titriyor gibiydim. zarfı da kıvırıp çantama atınca boş koridora adımladım. tek tük öğretmen vardı etrafta. mutlulukla onlara selam verdiğimde bana garipçe baktılar.
yüksek ihtimal beni bu okulda ilk defa görüyorlardı. derslerde sesim çıkmazdı ve hoseok zoruyla çıkarıldığım zamanları saymazsak sınıftan adım atmazdım. çünkü gerek duymuyordum. her ne kadar oturmaktan bir yerlerim uyuşsa da sınıfta durmayı seviyordum.
binanın kapısından yavaş yavaş güneşin kendini gösterdiği bahçeye indim. gün boyu yağmurluydu hava. hoseok sağ tarafta kalan bankaların yanındaydı. birinin üzerine eğilmişti sanki. ona doğru yürürken biraz eğdim kafamı ve önünde durduğu yoongi'ye baktım. hoseok'un yanında biraz minikti. siyah saçlarını sarmalayan beresini ovuşturuyor, sabır diliyor gibi bir yüz takınıyordu.
anlaşılan hoseok gene yapmıştı yapacağını. çünkü yoongi'deki sabır peygamber sabrıydı.
yanlarına vardığımda ikisi de bana tip tip baktı. böldüğüm kavgalarına devam edemeyeceklerini anladıklarında yoongi omzuma dokunarak selam verdi ve hoseok'un koluna çarparak bizim tersi yönümüze yürümeye başladı. şiddetli bir çarpma olsa da hoseok etkilenmemiş gibiydi.
çünkü geniş hoodie'lerinin altındaki kasları ben bile bilmiyordum.
sorar gibi baktım ona. yoongi'nin gittikçe uzaklaşan sırtını izlemekten vazgeçip bana döndü. "taehyung'la sinemaya gidecekmiş. yok efendim, olmaz öyle. onunla bir yere gidemeyeceğini söylediğimde ise sinirlendi ve trip attı."
evet yapmıştı yapacağını.
eve giderken yol boyu ona yoongi'ye karışamayacağını, çünkü ilişkilerinin adını resmî şekilde koymadıklarını anlattım. yoongi'yi biliyordum, hoseok'tan bir adım bekliyordu. fakat hoseok o adımı asla atmıyor, aksine geri gidiyordu. ona karışma hakkı yoktu, ona çıkma teklifi etmedikçe ve o kabul etmedikçe.
beni eve bırakırken her şeyi düşüneceğini söyledi.
aslında çok enerjiğim hâlâ, fakat yataktan kalkamıyorum. uyuşmuş her yerim. evden de çıt çıkmıyor, annem nerede bilmiyorum.
uzun bir gündü ve benim edebiyat çalışıp dersi geçmem lazım. bu günlük bu kadar günlük. kendine iyi bak ve unutmadan,
ben park jimin.
ve o da benim kanatlarım, kim namjoon.-