Tedirgin bir şekilde kampüste dolaşmaya başladım. Yanımdan geçen insanların hepsi bana alayla bakıyormuş gibi hissediyordum. Lisedeki ilk yılımda son sınıflardan bile bu kadar tırsmamıştım. Hatta eminim Baekhyun şu an beni görse onu sonradan öldüreceğimi bilse dahi benimle dalga geçerdi.
Kendimi cesaretlendirip adımlarımı hızlandırdım. Yanlış hatırlamıyorsam Suho'nun şu an dersi yoktu ve dersi olmadığı zamanları genellikle kafeteryanın dışındaki masalarda kitap okuyarak geçirirdi.
Havanın soğukluğuna aldırmadan kafeteryadan iki buzlu kahve aldım. İçimden 'Tanrım! Gerçekten soğuk. İçinde buz mu var yoksa kahvenin kendisi mi buz merak ediyorum...' diye söylenerek dışarı çıktım. Masalara bir göz gezdirdim. Sol taraftaki ağacın altındaki masada oturan Suho'yu fark ettim. Kollarına dokunan ve dibine düşen iki kızla beraber oturan Suho'yu.
Kıskançlık hormonu baştan aşağı tüm vücuduma yayılırken dişlerimi sıktım.
"Kim Joonmyeon!" diye bağırdım sadece iki dakika önce korkuyla baktığım insanlara aldırmadan.
Suho adını duyduğunda şaşkınlıkla bana döndü. Onunla beraber o iki kız da dönmüştü ki bu sinirden kafayı yemem için yeterliydi. Suho bu tarafa koştu. Ama korktuğundan bana sadece beş metre yaklaşmıştı.
"Ehehe ehehe, Chen? Ne işin var burada?"
Cevap vermek yerine korkunç bir ifadeyle yüzüne bakmayı sürdürdüm. Hemen ardından iki kız masadan kalktı, Suho'nun yanına geldi. Sarışın olan elini Suho'nun omzuna kiydu.
"Oppa. Bu kim?"
Derin derin nefesler almaya başladım. Beynim 'Öldür onları. O eli kes ve başkalarına örnek olması için Suho'nun boynuna as. Tabi işin bittiğinde Suho'nun hala bir boynu varsa.' diye bağırıyordu ve ben kesinlikle onu dinleyecektim.
Kıza doğru bir adım atmaya yeltenmiştim ki yüzüme gelen soğuklukla olduğum yerde kalakaldım. Lanet olası kahve yüzüme patlamıştı! Oysa sinirden kahve bardaklarını sıktığımı bile fark etmemiştim.
Etraftan kıkırdamlar ve şaşkınlık nidaları yükselirken sadece diğer kahvenin de patlamaması için tutuşumu hafiflettim.
Yüzümden boynuma ve oradan da karnıma kadar akan dondurucu soğukluktaki kahveleri umursamadım, gözlerimi açtım. Suho yerinden bir santim bile kıpırdamamıştı. Bu vücudumu tekrardan kahvenin soğukluğunu hissedemeyeceğim kadar ısıtmıştı.
"C-Chen. İyi misin?"
"Öl!" diye bağırdım, diğer kahveyi ona fırlatmaya çalıştım ama kahve elimden kaymış ve tam önüme düşüp tekrar yüzüme patlamıştı.
Sinir, utanç ve kahkalar eşliğinde kafeteryanın içine girdim. Kasiyer kadından peçete alıp kafeteryadan çıktım. Suho'nun peşimden gelen ayak seslerini duyunca hızlandım.
"Chen! Hayatım gerçekten yanlış bir şey yapmıyorduk."
"..."
"Bir dakika durur musun?! Chen!" Önüme geçip gitmemi engelledi. Ellerini omzuma koydu.
"Hayatım bana bak lütfen."
Öldürücü bakışlarımı Suho'ya çevirdiğimde korkuyla irkildi.
"ChenChen bana öyle bakma lütfen. Gerçekten kötü bir şey yapmıyorduk. Sadece oturuyorduk."
"Oh öyle mi? Dışardan iki dakika sonra fantezi porno çekmeye başlayacak gibi duruyordunuz ama!" (Yanlış anlaşılmasın arkadaşlar, fantezi pornolar nasıl oluyo bilmiyorum. Uydurdum burayı gwgdhhs. Hatta fantezi porno diye bişey var mı ondan da emin değilim hsshyd. Devam edelim :D)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Sweet Platonic Love
Fiksi PenggemarNOT: Yaoi bir hikayedir. Bu tür hikayelerden rahatsız oluyorsanız okumamanızı tavsiye ederim. Smut yazmayı düşünmüyorum ama Smut'ımsı sahneler var :3 Ayrıca bu hikaye için bana ilham veren Ilgın Erkan'a teşekkür ederim. Byun Baekhyun: Lise 2'ye gidi...