Ani bir sarsıntıyla uyandım. İçerisi çok karanlıktı. Elinde el feneri olan bir adam beni kaldırmaya çalışıyordu. Karanlıktan yüzünü göremiyordum ama sanırım kar maskesi takıyordu. Feneri yatağa doğrultmasıyla çığlık atmam bir oldu. Birkaç saat önce bana işkenceler eden adam kanlar içinde yatıyordu; boğazı kesilmişti. Her yer kan olmuştu ve sanırım kusacaktım. Hemen eliyle ağzımı kapadı ve diğer eliyle susmamı işaret etti. Korkudan ağlamaya başlamıştım. Elimden tutarak beni kapıya doğru götürdü. Beklememi işaret etti ve ardından sessizce kapıyı açarak koridoru kontrol etti, kimsecikler yoktu. Hızlı adımlarla asansöre doğru yürüdük. Asansörde maskesini çıkardı ve kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sesim titreyerek "kimsiniz?" diye sordum. O kadar korkuyordum ki bacaklarım titriyor, kalbim sanki kulaklarımda atıyordu. Yüzüme baktı. Sadece baktı. Hiçbir şey söylemeden kafasını geri çevirdi. Asansörden indik ve hızlıca otelden çıktık. Biraz yürüdükten sonra siyah bir minibüse bindik ve yola koyulduk.
Oldukça büyük bir dağ evine gelmiştik. Beni kaçıran adama "Neler oluyor Allah aşkına!" diye yükselme gereği duydum çünkü inanılmaz korkuyordum. Hava buz gibiydi ve etraftan kurtların ulumaları her şeyi daha da korkunç hale getiriyordu. Nemli toprakta topuklularımla yürüyemiyordum ve en sonunda yere kapaklandım. Dudağımı bir taşa çarpmış olmalıydım ki müthiş bir acı duydum ve ağzıma pis bir demirimsi tat gelmişti. Sanırım dudağım patlamıştı. Ağzını bıçak açmayan beyefendi beni sanki bir kuş tüyüymüşüm gibi kolayca kucaklayıp eve doğru yürümeye başladı. Adamın bembeyaz gömleğine damlayan kanımı görebiliyordum. Bugünlük bu kadar kan yetmez miydi!
Ev çok büyük değildi fakat şirindi. Ahşap ve dengesiz merdivenlerden verandaya çıktık ve artık kendi ayaklarımı kullanabileceğimi söyleyip beni kaçıran beyden beni indirmesini istedim. Kapıda iki tane daha koca cüsseli adam duruyordu. Nereye gelmiştim ben? Başım belanın içinde bile beladaydı! Kapıyı -sanırım şifreli bir şekilde- tıklattı kapıdaki gardiyanımsı adam. Çok da çabuk olmayan bir şekilde kapı açıldı ve içeri girdik. Ne kadar korksam da içerisinin sıcaklığı az da olsa beni rahatlatmıştı. E tabi bir de ister istemez başıma daha fazla ne gelebilir diye düşünmüyor da değildim. Beni bir odaya götürdüler; yatağın üzerinde bir eşofman takımı, temiz çamaşırlar ve yerde de spor ayakkabı duruyordu. İçeride bir de ebeveyn banyosu vardı. Kaçırıldım mı tatile mi geldim anlamamıştım. Temizlenip uyumamı söylediler. Sabah beni almaya geleceklermiş, patronları benimle görüşecekmiş. Söylediklerini yaptım ben de el mahkum. Duşumu aldım, makyajımı temizledim, dişlerimi fırçaladım... Neye ihtiyacım olacaksa hepsi hazırlanmıştı. Kendimi gerçekten tehlikeden çok tatilde gibi hissediyordum. Tertemiz nevresimli yumuşacık yatağa uzandım. Fakat o adamın görüntüsü kafamdan gitmiyordu. Her yer kandı ve bu beni çok kötü etkilemişti. Bir süre tavana bakıp düşüncelere daldıktan sonra da uyuyakaldım zaten.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım diyebilirim. Bana sesleniyordu biri kapıda. "Ross, uyandın mı? Gelebilir miyim?" dedi. Uyku sersemi cevaplayamadım o an gerinmekle meşguldüm. Fakat cevap almakta oldukça ısrarcıydı. "Ross?" diye yineledi daha yüksek bir sesle. Bir dakika... Aman Tanrım bu Timur'un sesi miydi yoksa ben mi yanlış duyuyordum? Hemen yataktan fırladım ve saçımı başımı falan düzelttim. Nasıl yani, bu nasıl mümkün olabilir diyerek odada yürümeye başlamıştım. "İçeri geliyorum" dedi ve pat diye odaya daldı. Gerçekten de Timurdu bu! "S-senin burada ne işin var? Sen mi getirdin beni buraya?" diye sordum kekeleyerek. Şaşkındım ve kafam karışmıştı açıkçası. "Bunların hepsini konuşacağız ama şimdi değil güzelim." dedi. "Şimdi senin kahvaltı etmen gerekiyor, üzerini giy ve içeri gel." dedi. Yatağımın yanına bir poşet bırakıp odadan çıktı. İçinde ne olduğunu çok merak ediyordum. Hemen yatağın üzerine döktüm içinde ne varsa. Bana kıyafetler almıştı hem de çok pahalı yerlerden. Sanırım daha önce tenime hiç bu kadar kaliteli kumaş değmemişti. Biraz duygulanmıştım fakat kurt gibi aç olduğumdan bu işi sonraya bırakma kararı aldım. Hemen üstümü giydim ve kahvaltı yapmak için odadan çıktım.
Güzel bir kahvaltı beni bekliyordu. Kahve, çay, meyve veya yumurta ne istersem her şey vardı. "Beni buraya tatil yaptırmaya falan mı getirdin?" dedim gülerek. "Sen öyle olduğunu düşünebilirsin." dedi bana. Her ne kadar şakaya vursam da hala dün gece yaşadığım şeyi atlatamamıştım ve bir an önce açıklamasını duymak istiyordum. "Dün gece neler olduğunu bana anlatacak mısın?" diye sordum. Camın önündeki deri kahverengi deri koltukta oturmuş manzaraya karşı kahvesini yudumluyordu sanki her şey çok sıradanmış gibi. "Çok soru soruyorsun Ross, sabret biraz. Bu akşam seninle uzun uzun konuşacağız." dedi. "Eğer beni bir akşam için bu şekilde kaçırdıysan Özgür seni öldürecek!" diye çıkıştım. Hatta o kadar sinirlendim ki ayaklanıp yanına gittim ve "Benden ne istiyorsun!" diye bağırıverdim birden. Sanki bir tokat atsa devrilmeyecekmişim gibi efelendim. Bana sadece gülümsedi ve "Akşam ikimiz için de her şey netleşecek. Lütfen o zamana kadar keyfine bak." dedi ve cekedini alıp çıktı. Duyduğum araba sesi üzerine de gittiğini anladım. Ne yapalım, keyfini çıkaralım bari diyerek kahvaltıma devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rossaline
RomanceRossaline adında bir hayat kadını her şey sıradan devam ederken Timur adında bir adamla tanışır. Bu adam ve Rossaline birbirlerinden çok etkilenir. Birlikte geçirdikleri bir gece Timur Rossaline'den hayatını anlatmasını ister. Hikaye bir hayat kadın...